Çevreciler HES’lere karşı ama sonuçta HES’ler yenilenebilir enerji kaynakları değil mi?

SİNAN ERENSÜ

Evet, ama bu iş o kadar da net değil. Birincil kaynağın kullanımı açısından ele aldığımızda hidroelektrik santraller elbette kömür, doğalgaz ve petrol kullanan termik santrallerin karşısında konumlanıyor ve yenilenebilir kategorisine giriyor. Çünkü kömür, doğalgaz ve petrol enerji amaçlı kullanılırken tüketiliyor ancak HES’ler akarsuyun kinetik enerjisinden faydalanıyor. Su, türbinlere enerji üretme amacıyla girip çıkması ile (kömür, doğalgaz ve petrolün aksine) tükenmiyor. Üstelik sudan elektrik üretme sürecinde karbon salımı yoğun bir süreç değil. Haliyle hidro enerji atmosferdeki karbon yoğunluğunu artırmıyor ve küresel iklim değişikliğine etki etmiyor. Ancak bu kitabi bilgileri kocaman bir AMA ile yarıda kesmek zorundayız. Keza küresel iklim değişikliği ile mücadele açısından HES’lerin faydaları ne kadar açıksa, yerel zararları da o kadar iyi biliniyor.

Hidroelektrik santraller sıklıkla yerleşim yerlerini ve en verimli tarım alanlarını su altında bırakıyor, bölgede nem oranını yükseltiyor, akarsu sıcaklığını artırıyor, bitki örtüsü ve hayvan çeşitliliğini azaltıyor. Bu etkiler özellikle de kırsal nüfus yoğunluğunun fazla olduğu yerlerde kapsamlı ve kalıcı sosyo-ekonomik sonuçlar doğuruyor, kırsal çözülmeyi hızlandırıyor, tarımı olumsuz yönde etkiliyor ve kitlesel göçü tetikliyor. HES’lerden doğrudan etkilenen topluluklara verilen tazminatlar bu olumsuz süreçleri tamir edemiyor, bir defaya mahsus dağıtılan toplu para kendi kendine yetebilen kırsal nüfusu orta vadede kent fakiri haline getiriyor.

Tam da bu nedenlerden HES’ler -özellikle de 25 MW kapasiteden büyük olanları- teoride yenilenebilir olmalarına karşın nadiren güneş ve rüzgar santrallerinin yanına konup yenilenebilir kategorisi altında listeleniyor. Uluslararası Enerji Ajansı’nın raporları dahil olmak üzere birçok belgede HES’ler yenilenebilir başlığı dışında inceleniyor. İşin aslı şu ki, toplumsal ve ekolojik olumsuz etkileri dünyanın pek çok yerinde belgelenmiş (özellikle büyük) HES’ler artık geri bir teknoloji olarak değer görüyor. Bunu sadece çevre aktivistleri ve HES karşıtı mücadele veren topluluklar değil uluslararası kalkınma toplumunun ana akım bileşenleri de iddia ediyor. Örneğin Dünya Bankası himayesinde toplanan ve bünyesinde çevre aktivistleri kadar kalkınma uzmanlarını ve sektör önderlerini de barındıran Dünya Barajlar Komisyonu’nun 2000 tarihli raporu, HES’lerin çoğu zaman “gereksiz ve kabul edilemez bir bedeli” olduğunu ve bu sosyo-ekolojik bedeli yerel toplulukların ödemek zorunda kaldığını ifade etmiştir. Özellikle raporun yayınlanmasından sonra Dünya Bankası gibi büyük fon kaynakları teoride yenilenebilir olmalarına karşın büyük HES’leri yeşil enerji kategorisinde desteklemekten, HES’lerin sebep olduğu toplumsal huzursuzlukların parçası olmaktan kaçınıyor.

Zararsız üretim yok ki, hiç mi enerji üretmeyelim?

Nasıl üretilirse üretilsin her enerji üretme formunun belli toplumsal ve ekolojik sorunlara yol açabileceği aşikâr. Ancak bu gerçeğin bizleri “başka alternatif yok” noktasına sürüklemesine engel olmalıyız. HES’ler ve onların toplumsal ve ekolojik izdüşümlerini dert edenlere düşen, HES’lerin yenilenebilir enerji türü olduğunu reddetmeden, yenilenebilirlik kavramının tek toplumsal fayda analizinin kalemlerinden sadece biri olduğunu anımsatmak olmalıdır. Bu mücadele kabaca iki cephede yapılabilir. İlk cephe, yenilenebilir olmasına karşın HES’lerin tıpkı herhangi bir büyük altyapı programından farksız olarak bir dizi toplumsal, çevresel ve kültürel etki yarattığının altı ısrarla çizilmeli. Dolayısıyla çevre korumacılığının tek ölçekten ibaret olmadığını, HES tartışmalarının bir parçası haline getirmek zorundayız. Bir HES’in karbon salımı yapmadığı için küresel iklim değişikliği açısından olumlu olması, onun inşa edildiği yerelde adil ve sürdürülebilir sonuçlar doğuracağı anlamına elbette gelmez. Bu gerçek, bizi enerji adaleti şeklinde adlandırabileceğimiz mücadelenin ikinci cephesine bağlıyor. Tekil örneklere baktığımızda yereldeki tepkinin bir bölgede termik, diğer bölgede HES, öbüründe rüzgar santrali projelerine karşı yükseldiğini düşünebiliriz. Halbuki bu tekil tepkileri ve bunların benzerliklerini incelediğimizde aslında itirazın belli bir enerji üretim türüne yönelik olmadığını, meselenin aslında kapsamlı bir bölgesel eşitlik ve yerel demokrasi sorunu olduğunu görürüz.

Yerellerden yükselen itirazı topluca değerlendirdiğimizde bunun basit bir HES karşıtlığından ziyade bir çevre adaleti çağrısı olduğunu görüyoruz. Yerel mücadeleleri bu şekilde kurguladığımızda cevap vermek zorunda olduğumuz soru, “Hiç mi enerji üretmeyelim?” sorusu olmaktan çıkar; “Nasıl bir enerji istiyoruz?”, “Daha adil, demokratik, ekolojik bir enerji nasıl üretilir?”, “Enerjiye dair kararları nasıl vermeliyiz?” sorularına evrilmeye başlar. Yerel mücadeleler ve çevre aktivistleri, karşılık siyasetini daha kapsamlı bir pozisyon olan çevre ve enerji adaleti talebine terfi ettirebildikleri ölçüde daha ikna edici, kalıcı ve kapsayıcı olacaklardır.

Bu kadar HES’in hepsi yapılabilecek mi peki?

Muhtemelen hayır. Bu, HES enflasyonundan etkilenen topluluklar için iyi bir haber olduğu kadar aslında sürecin ne kadar sağlıksız, plansız ve hesapsız yürütülmüş olduğunun da göstergesi. HES’lere hücum dönemi kabaca on yıl önce ilk hızını aldığı zamanlarda Türkiye için öngörülen toplam HES sayısı 2000 civarındaydı. Bu sayı seneler geçtikçe düzenli olarak düştü ve bugün 1400’e kadar geriledi. Bu ciddi gerilemenin birçok sebebi var. En önemlisi elbette toplumsal tepki. Son on yıl içinde yüzlerce HES tamamlandı, bir o kadarı da mahkemelere taşındı. Mahkemeler azımsanmayacak sayıda projenin yürütmesini çeşitli gerekçelerle iptal ettiler. Bu hukuki gerekçeler HES süreçlerini kökünden değiştirecek nitelikte olmamış, yürütmeyi durdurma kararları projeleri toptan geçersiz kılmamış olsa dahi toplumsal tepkiye paralel ilerleyen yargı süreçleri sonunda birçok HES projesi “fizibıl” (uygulanabilir) olma özelliğini yitirdi. Tamamlanabilen projelerin sayısındaki bu düşüş aktivistler tarafından nadiren dillendiriliyor olsa da yaşam alanı mücadeleleri açısından büyük bir başarıdır.

Bunun yanı sıra birçok yatırımın da yanlış hesap yüzünden gerçekleştirilemediğine şahit oluyoruz. Masa başında hazırlanan çoğu proje sahaya çıkıldığı zaman iklim değişikliği sebebiyle kurumuş dereler, beklenen debiye ulaşamayan nehirlerle karşılaşıyor. 2000’li yılların sonuna doğru HES projelerinin yatırım masraflarını geri kazanma hızı 5-6 sene civarındaydı. Bu süre, zaman içinde toplumsal mücadelelerin de başarılı olmaya başlamasıyla birlikte iki, hatta üç katına çıktı. Bu hızlı dönüşüm kârlılıkları etkiledi ve birçok küçük ve orta boy şirketin sektörden çekilmesine, pek çok HES projesinin ya terkedilmesine ya da el değiştirmesine sebep oldu. Sektörde yaşanan bu daralma sürecinin, Türk Lirası’nın değer kaybetmesi (nitekim bu projelerin hemen hepsinin dövizle borçlanarak yapıldığını biliyoruz) ve içinden geçmekte olduğumuz ekonomik kriz ile daha da hızlanması hiç şaşırtıcı olmayacaktır.

ARDIŞIK HES PROBLEMİ

HES’lerle, her şeyden önce buradaki ekosistemi değiştiriyorlar. Çünkü yukarıdan aşağıya gelerek suyu tutuyorlar, sonra su borularla ve tünellerle taşınıyor kilometrelerce. Daha sonra tekrar dere yatağına bırakılıyor ve bırakıldığı yerdeki santral enerji üretiyor. Şimdi diyelim ki ilk HES suyu aldı bıraktı, ondan 500 metre sonra ikinci HES regülatörü suyu tutuyor, alıyor, tekrar boşaltıyor. Diyelim ki 1 kilometre sonra da üçüncü HES başlıyor. Bu şekilde su alınıp bırakıldığında, dere yatağındaki ekosistem zaten bozulmuş oluyor. Biz ne zaman gitsek Darıca I HES regülatörünün altındaki 12 kilometrede hiçbir zaman su göremedik. Koskoca Melet Irmağı’nı daralta daralta bu hale getirdiler. Bir de şöyle bir etki olacak; görüyorsunuz burada yüksek gerilim hatları var ve bunların hepsi Ulubey’deki büyük trafoda toplanıyor. Bu teller ve direkler de elektromanyetik alan nedeniyle ayrıca çevreyi olumsuz etkileyen unsurlardan bir tanesi. Yani HES her bakımdan, ürettiğinden çok fazlasını tüketen bir enerji kaynağı tipi.

—Gül Ersan, ORÇEV Başkanı