Çevreye karşı suçlarda
‘önce kirlet sonra öde’
dönemi

ALP TEKİN OCAK

Türk Ceza Kanunu (TCK), “Dava ve Cezanın Düşürülmesi” başlıklı dördüncü bölümünde sanığın veya hükümlünün ölümü, af, zamanaşımı, ön ödeme gibi konuları düzenlemektedir. Bu düzenlemelerle kanun koyucu, ceza soruşturmaları ve kovuşturmalarını azaltmayı amaçlamaktadır.

Bu konulardan ön ödemede, belirli nitelik ve ağırlıktaki suçla itham edilen kişinin, Cumhuriyet savcısının veya hakimin suçun ön ödemeye tabi bir suç olduğunu hatırlatması üzerine, kanunda yazılı adli para cezasının ödenmesi karşılığında soruşturmada takipsizlik kararı verilmesi veya açılan davanın düşürülmesi söz konusudur.

Teoride, bu durumda mahkemelerin yükü azalır, davalar hızlanır. Böylece şüpheli veya sanık durumunda olan kişi kamuya uğrattığı zararı karşılamış, bunun karşılığında da devlet, uhdesinde bulunan yargı yetkisinden vazgeçmiştir.

24 Kasım 2016 tarihinde TCK’nın ön ödemeyi düzenleyen bu maddesinde sessiz sedasız bir değişiklik yapıldı. Dışardan küçük gibi gözüken bu düzenleme kamuoyunun dikkatini çekmediği gibi konuya mesleği gereği ilgi duyan bir hukukçu olarak benim de gözümden kaçmıştı. Ta ki, Giresun 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde bir hidroelektrik santralinin inşaatı sırasında kamulaştırma sınırına riayet etmeden, köylülerin evlerine, bahçelerine zarar veren bir enerji firmasının müdürüne karşı açılan davanın duruşmasını beklerken, benden önceki davaya kulak misafiri olana kadar.

Neydi bu küçük gibi gözüken ama çevreye karşı suçlar bakımından çok önemli değişiklikler getiren düzenleme?

Duruşma için mahkemeye gittiğimde sıramın gelmesini genellikle adliye koridorlarında değil de mahkeme salonunda, o gün olan duruşmaları izleyerek beklerim. Koridorlardaki koşuşturmalara karşılık, duruşma salonlarında olan biteni izlemek çeşitli hikayelere tanıklık etmenize olanak tanıdığı gibi devletin en önemli iktidar alanlarından biri olan yargının yurttaşlar nezdinde kullandığı çıplak şiddeti veçheleriyle anlamanızı sağlar. Ayrıca duruşmasına katılacağınız hakimi önceden görmüş, böylece duruşma stresinden biraz uzaklaşmış olursunuz.

O gün de, Giresun 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülecek duruşma öncesi müvekkillerle savunmaya ilişkin değerlendirme yaptıktan sonra duruşmanın yapılacağı salona girdim. Benden önceki davanın konusu kaçak orman kesimiydi. Duruşmanın gidişatından anladığım, Giresun’un Dereli ilçesinden yaşlı bir bey izinsiz olarak ormanda ağaç kesmiş ve bu sebeple 6831 sayılı Orman Kanunu’na muhalefet etmek suçundan hakkında dava açılmıştı.

Hakim sanığa, TCK’da meydana gelen yasal değişiklik sebebiyle Orman Kanunu’nun 108. maddesinde belirtilen suçların ön ödemeye alındığını, isterse “parasını ödeyerek” davanın düşebileceğini “teklif” ediyor, ön ödeme kurumunu ve sonuçlarını tekrar tekrar ifade ediyor, saçı sakalı ağarmış bu yaşlı köylü, hakimin söylediğine bir türlü anlam veremiyordu.

Davanın düşürülmesini sağlayan, ön ödeme kurumunun içine sokulan Orman Kanunu’nun 108. maddesi “Orman mallarının bu kanun hükümlerine aykırı olarak kesildiğini, taşındığını veya toplandığını bildiği halde; taşıyanlar, biçenler, işleyenler, kabul edenler, kullananlar, satanlar, satın alanlar veya bulunduranlar bir seneye kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır” demektedir.

Çok şaşırmıştım. Fındık tarımı ile uğraşan, çocukluğunun neredeyse bütün yazlarını yaylada geçiren bir kişi olarak özellikle şaşırmıştım. Orman köylüleri bilir ormandan kaçak ağaç kesmenin ne demek olduğunu. Ormancıların aman vermez biçimde nasıl dağ köylülerini sürekli gözlem altında tuttuklarını, kaçak kesim yapan köylülerin yakalandıklarında başlarına nelerin geldiğini, bu emvalleri nakleden, satan ve bunları işleyenlerin nasıl cezalandırıldıklarını…

Ormana karşı suçlar o derece ciddiye alınırdı ki, kaçak kesim sırasında yakalanırsanız sizin için hayati öneme sahip balta, ağaç motoru gibi alet edevata veya kaçak emvali arabanızda taşıyorsanız arabanıza el konulurdu. Davadaki sanık, işlediği suçun ciddiyetini bildiğinden olsa gerek hakimin kendisine önerdiği teklif karşısında parayı ödeyerek hapis tehdidinden kurtulabileceğine ihtimal dahi vermiyordu.

6831 sayılı Orman Kanunu’nda düzenlenen suçlara baktığımızda “İşgal ve faydalanma, ağaç kesme, kaçak orman emvali nakletme, biçme, işleme, kabul etme, kullanma, satma, satın alma veya bulundurma (kaçak emval suçları), orman yakma, kasten orman yakma, ormanda izinsiz ateş yakma, zati veya müşterek ihtiyaç emvalini amaç dışı kullanma” gibi ormanlar üzerinde gerçekleşmesi muhtemel tüm davranış tiplerine uygun, ayrıntılı biçimde suç tanımlamalarının yer aldığı görülmektedir. Suç olarak yaptırıma bağlanan bu tip hareketler dışında ormanlardan kozalak, tohum ve çalı toplamak, kuru ağaç kesmek ve çıkarmak da aynı kanun ile izne tabi tutulmuştur. Bu suçlardaki içtima, zamanaşımı, suç eşyasının müsaderesi ve af gibi düzenlemelerin de diğer suçlara göre daha sıkı bir rejime tabi tutulduğu görülmektedir.

Bütün bunlar aslında politik bir tercihin ifadesidir. Osmanlı’dan itibaren, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanlara karşı işlenmiş suçlar ağır biçimde cezalandırılmıştır. Cumhuriyet tarihi boyunca bu tutum kesintisiz bir biçimde devam etmiş, 1921, 1924 ve 1982 anayasaları ile konu hukuki güvenceye kavuşturulmuş, 3116 sayılı Orman Kanunu (1937) ve halen yürürlükte olan 6831 sayılı Orman Kanunu (1956) ile ormanlar üzerindeki yıkıcı, zarar verici faaliyetler engellenmeye çalışılmıştır. Ta ki 2016 yılında yapılan bu değişikliğe kadar…

Çevre Hukuku’ndaki “kirleten öder” prensibi, “kirleten ödeyerek cezadan kurtulur” şeklinde genişletilmiştir.

Türk Ceza Kanunu’nun 75. maddesinde meydana gelen değişiklik ile 1956 tarih ve 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 108. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Orman mallarının bu kanun hükümlerine aykırı olarak kesildiğini, taşındığını veya toplandığını bildiği halde; taşıyanlar, biçenler, işleyenler, kabul edenler, kullananlar, satanlar, satın alanlar veya bulunduranlara” ilişkin suç ön ödemeye alınmış, Osmanlı’dan bu yana ormanların korunmasına dair geliştirilen suç politikasından ciddi bir geri adım atılmıştır.

Üstelik aynı düzenleme ile modern ceza hukukuna paralel şekilde gelişen ve 2004 tarihli yeni Ceza Kanunu ile suç olarak tanımlanan çevreye karşı suçların bazıları da ön ödeme kurumuna dahil edilmiştir. Çevre Hukuku’ndaki “kirleten öder” prensibi, “kirleten ödeyerek cezadan kurtulur” şeklinde genişletilmiştir.

Çevrenin korunmasında yasal düzenlemeler

Çevreye karşı suçların yasal çerçevesinin çizilmesi ve bunların sıkı yaptırımlara bağlanması basit bir “çevre duyarlılığı” değil zorunlu bir ihtiyaç olarak karşımıza çıktı. 21. yüzyılın ilk çeyreği biterken dünya nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde yaşamaya başladı. Kırdan kente göçün yarattığı bu değişim, şehirlerin uçsuz bucaksız büyümesi, metropollerin oluşması ve tüketim seviyesinin artması sebebiyle korkunç bir hava kirliliği ve aşırı derecede betonlaşma ile bizi yüz yüze getirdi.

İklim değişikliği akademik/bilimsel bir tartışma olmaktan öte hepimizin hayatını gözle görülür biçimde değiştirdi. Doğa bilimciler, klimatologlar vasıtasıyla etkilerini kutupların erimesi olarak belgesellerde gördüğümüz iklim değişimi; yazın akmayan dereler, Karagöl gibi yaz kış karlarla kaplı buzul göllerindeki karların erimesi, sıcak geçen yazlar ve aşırı nem sebebiyle sahil kesimindeki fındık rekoltesindeki düşüş, fındıkta küf olarak tabir edilen daha önceden tanımadığımız hastalıkların ortaya çıkması gibi etkileri çıplak gözle görülen ve hayatlarımızı doğrudan etkileyen bir hale gelmiş durumda.

Tüm bu değişimin de tetiklemesi ile Ceza Kanunu 2004 yılında yeniden düzenlenirken, kanun koyucunun daha önceden gündemine almadığı Çevreye Karşı Suçlar kanuna girmiş ve bu anlamda ilk defa pozitif düzenlemeler yapılmıştır. 5237 sayılı TCK’nın 181. ve devamı maddelerinde çevreyi kirletme eylemleri, farklı suç ve kabahat türleri ile yaptırıma bağlandı. Getirilen bu düzenlemeler çevrenin korunması ve ekolojik bütünlüğün sağlanarak gelecek kuşaklara aktarılması noktasında önemli yasal değişikliklerdi.

Sanayileşmenin meydana getirdiği kirliliğin önlenebilmesi için modern ceza hukukunda kendini bulan değişiklikler geliştirilmeye muhtaç iken aradan geçen kısa zamanda TCK’da yapılan bu değişiklik umut kırıcıdır.
Bu sebeple Orman Kanunu’nda ve TCK’da yer verilen çevreye karşı suçlardaki belirli suç tiplerinin ön ödeme kurumu içine dahil edilmesi tereddütsüz biçimde daha en baştan girişilen savaştan cayılması, oyunda havlu atılması anlamına gelir. Bir başka deyişle bu yasal düzenleme, doğal varlıklara müdahale kapasitesinin artırılabilmesi için, orman ve diğer çevresel değerlere karşı işlenen suçları en baştan mazur görmek, bu suçları görmemek anlamına gelmektedir. Bu bilginin yayılması halinde aldığı risk kazandığı paraya değen her orman köylüsü şansını deneyecek, ülkemizin doğal hayatının son kalesi ormanlar, ekonomik zora düşen birçok kişinin kazanç kapısı olarak göreceği yerler haline gelecektir.

Hükümetlerimiz para cezalarını hatırı sayılır bir gelir kapısı haline getirdi. Trafikte yenen hakkımızın para cezasına tahvil edilmesine bir sözümüz yok ama ormanlarımızı ve derelerimizi parayla birlikte düşünmekten vazgeçmemizin zamanı geldi. Aslında önemsiz gibi gözüken 24 Kasım 2016 tarihli TCK değişikliğinin hiç de öyle olmadığı açık seçik görülmüyor mu?