Ayhan Kaleli, Bursa’da devlet memurluğundan emekli olduktan sonra Artvin’deki köyünde zaman geçirmenin yollarını ararken çeltik tarımına başlamış. Yusufeli ilçesine bağlı Yokuşlu Köyü’nde ata tohumlarıyla temiz tarım yapıyor, ürettiği pirinci Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki gıda topluluklarına satıyor. Bölgede 18 ailenin daha köye dönmesine vesile olan Ayhan Kaleli ile, Yusufeli’nin pirinciyle yapılmış lezzetli ve sağlıklı pilavı yedikten sonra çeltik tarlaları arasında gezerek sohbet ettik.
Burayı tanıyabilir miyiz?
Burası Artvin Yusufeli Yokuşlu köyü. Eski ismi ile Nihah, Ermenice “bağlık” demektir. Burada Ermeniler de yaşamış 5-6 hane, sonra tehcir ile gitmişler. Burası Artvin’in Yusufeli ilçesinin son köyü. Tarihçesi bilinmiyor. Çok eski bir yerleşim bölgesi. Bağlık değil sadece, yukarıda köylerimiz ve yaylalarımız da mevcut.
Köye dönmeye nasıl karar verdiniz?
Devlet memurluğundan emekli olduktan sonra yazın zaten köye gelirdim. Bir bahane bulayım da çok kalayım, çok uzun sürecek bir tarım yapayım, nisanda başlayıp kasımda ancak bitireyim ki çocuklarım bana kızmasın dedim. Bu bahaneyle geldim ve başladım üretime. Hatta birçok boş yeri de kiraladım. İnsanlar yaşlanmış, ekip biçemiyor, onlardan kiraladım. Ben zaten hiç kopmadım ki köyümden. Ama gelmek için bir bahane bulmam gerekiyordu. Bunu da pirinç tarımı yaparak sağladık.
Pirinç Yusufeli’nde eskiden beri yetişiyor mu?
Tarihçesi Cumhuriyet’in ilk yıllarına dayanıyor. Çeltiğin buraya geldiği tarihi net bilmiyoruz, ancak pirincin memleketimize, bölge insanına önemli bir girdisi vardı. Daha sonra bölgedeki yoğun göçler nedeniyle pirinç yok olmanın eşiğine geldi. Yusufeli’nde 14 köyümüzde çeltik tarımı yapılırdı, barajlardan sonra üç köye sıkıştı. Zorlu bir tarım, insanlar da yaşlandı, yoğun göçlerden sonra ekip biçmediler. Biz de köye dönelim, ama alternatif bir model oluşturalım dedik. Yusufeli pirincini buraya uygun, temiz şartlarda, temiz gıda olarak üretelim dedik ve başladık.
Peki neden temiz tarımı tercih ettiniz?
Bizim geleceğimiz sağlıklı nesillere bağlı. Bilenin sorumluluğu vardır bu konuda. Bizim de bu temiz gıda üretimi konusunda katkımız olsun dedik. Buranın toprağı dikkat ederseniz mildir. Çeltik tarımına uygun, ideal topraktır. Çoruh gitmeden önce, Çoruh taşkınlarıyla elde edilmiş alüminyumlu topraklardır. Artık Çoruh’tan beslenemiyor, ama şu dereden gelen toprakla beslenebiliyor.
Bizim çeltiğimiz yerli, ata tohumu ve tamamen temiz tarım. Başakların güzelliğini görüyorsunuz. Hiçbir katkı yoktur içerisinde. Burada toprak nadasa bırakılır ve dinlendikten sonra kendi doğallığı içerisinde yetişir. Fabrikasyon değil, taş değirmenlerde üretiliyor ve çok kaliteli pirinçlerdir. Tarım ilacı vb. kullanılmadığından içinde ot tohumları vardır, tarım ilacı kullanılsa ot tohumu olmaz. Bu ot tohumları tınaz makinesinde ayrıştırılır ve çeltik temiz hâle getirilir. Gösterişten uzaktır, ama sağlıklı bir üründür bu.
İleride çeltik ekim alanları daha çoğalacaktır ama bizim hassasiyetle üzerinde durduğumuz konu temiz üretim. İnsan sağlığını etkilemeyen temiz gıda. Verimden ziyade insanları daha temiz gıdaya ulaştırmaya önem veriyoruz, bunun yanında da burada istihdam yaratmaya. Kısmen de başarılı olduk, ama bu daha başlangıç. Daha güzel şeyler olacak diye inanıyorum.
Zorluk yaşadınız mı?
İlk sene birçok zorluklarımız oldu. Mesela burada pirinç tarımında küçük üreticilere imkânlar yok. Büyük tarım makinaları var, ithal trilyonluk makineler var. Burada küçük, basit ve kullanışlı makinalar lazım, ama bir türlü temin edemiyoruz. Bu işe başladık, ama ne kadar götürürüm bilmiyorum, çok zor bir tarım. İhtiyacımız küçük kullanılabilir tarım makinası. Bangladeş’te, Hindistan’da var. Ülkemizde küçük biçer döverler, tarım makineleri yok. Buradaki pirinç tarımı taş değirmenlerde yapılıyor. Tarımı biraz kolaylaştırırsak, kısmen makineli tarıma geçersek, boş alanlar da tekrar tarıma açılacaktır, ki çok kıymetlidir arkadaşlar. Bir avantajımız şu; hayvansal gübreye ulaşma imkânımız diğer üreticilerden daha çok. Ahırlarımızı hayvancılığa açtık. Mera hayvancılığı yapılıyor, hazır yem kullanılmıyor. Tamamen doğal gübre elde ediyoruz.
Sizin bu temiz tarım girişiminizin bölgeye nasıl bir etkisi oldu?
Çeltik tarımında temiz gıda üretilmeye başladıktan sonra yeni alanlar açıldı. Daha önce bu bölge boştu, çeltik tarımına açıldı. Tanıtımı yaptıktan sonra pirinç tarımı güzel gitmeye başladı. İnsanlar toprağına döndü, üretim başladı yeniden. Eski güzel günlerini yakaladık. Ufak tefek zorluklarımız olmasına rağmen pirinç tarımı konusunda iyi gidiyoruz. Yok olmaktan kurtardık, ilerisinde daha güzel aşamalardan geçeceğiz.
Ürettiğiniz pirinci nereye satıyorsunuz?
Ürün pazarı konusunda sıkıntımız yok. Sağ olsun duyarlı çevreci dostlarımız, temiz tarım konusunda ekolojik hassasiyeti olan insanlar, gıda toplulukları, kooperatifler geri durduğum zaman ayağa kalkıyorlar: “Ayhan abi, geri durma, devam et.” Kadıköy, İstanbul, Boğaziçi, Beşiktaş kooperatifleri, Maltepe, İzmir Ege Üniversitesi, Adana Çukurova Üniversitesi, Mersin, İzmir gıda toplulukları, birçok gıda topluluklarına ürün gönderiyoruz. Onların itmesiyle devam ediyoruz, yoksa yorucu bir tarım.
Burada tarım yapan bir insan için ürünleri gıda topluluklarına yollamak ne gibi bir avantaj sağlıyor?
Pirinç piyasası genişliyor, üretmek cazip hâle geliyor. Eskiden üretirdin, elinde kalırdı. 3 yıl, 5 yıl yok pahasına giderdi. Köye dönüş programını biz başlattık burada. Eli ayağı tutan, sosyal güvencesini kazanmış insanların köye dönüş yapması gerektiğini savunduk, örnekler verdik. Son 10 yılda 18 aile geri dönmüş durumda. 18 aile döndü, ama yazın gelip tarımı yapıp kışın şehre geri dönme imkânları var. Üretimini yapıp gıdasını alıp daha sonra geri dönüyorlar. Daha da dönüş olabilir ama ben çalışacak insanların dönüşünü savunuyorum. Ben buraya gelip göbeğini kaşıyıp gezecek insanları istemiyorum. Kendim ruhen istemiyorum. Gelip oturuyorlar akşama kadar kahve köşelerinde. Biz burada kalan insanlarla bir araya geldik; pirinç üretelim, fasulye üretelim ama kendi şartlarımızı koyalım. Nedir bunlar; temiz tarım, temiz ürün üretelim.
Yokuşlu’daki tarım arazileri barajlardan nasıl etkileniyor?
Yukarıdaki barajın (Arkun Barajı) suyu her mevsim açılmıyor. Buna tahliye deniyor; bahar suları fazla dolduğu zaman barajın kapakları açılır. O zaman Çoruh’un kotuna yakın yerlerdeki arazileri kısmen 1 ay su basar, bu da artık nasıl çözülür bilemiyorum. O su başka bir yerden tahliye edilebilir mi? Ama Çoruh’un sularının bu vadiye -gerçek orijinal vadisine- yılda bir kez olsun verilmesinde yarar var. Ufak tefek zararları var, ama en azından baraj açıldığı zaman günlerce uyarılıyor, anons ediliyor. Daha sonra baraj kapakları 10-15 gün açılıyor ve Çoruh buradan dolu olarak gidiyor.
Çoruh’un çeltik üretiminde ne önemi var?
Çoruh Nehri’nin hem avantajı hem dezavantajı var. Avantajı; barajdan geliyor su ve kırk metre alttan geliyor, soğuk. Alabalık yaşamaya başladı burada. Yani temiz su geliyor. Dezavantajı, eskiden buralar Çoruh Nehri’nin alüvyonlu topraklarıyla beslenirdi. Şimdi onunla beslenemiyor. Buna nedenle çok büyük maliyetli takviyeler yapmak gerekiyor toprağa, mesela gübre takviyesi.
Alüvyonla beslenememesinin nedeni nedir?
Erozyonla gelen toprakları barajlarda durdurdular. Barajlarda toplanıyor. Aslında o alüvyonlu topraklar çok kıymetli topraklardır, pirinç tarımına uygundur. Ve şimdi gelmiyor. Yağmur suyu gibi bir su geliyor. Soğuk, buz gibi bir su. Ama içilebilir, kullanılabilir. Alabalık da yaşamaya başladı.
Bölge halkının Yusufeli Barajına tepkisi nasıldı başlangıçta?
Bizim insanımızın şöyle bir yapısı var; devlet yapıyorsa, şeriatın kestiği parmak acımaz mantığıyla hareket edildi. Yani devlet istiyor, devlet yapıyor, buna karşı çıkmak ayıptır, yazıktır, vatan hainliğidir. Biz damgalı vatan haini olduk o zaman hak aradığımız için, ki bu topraklara bedel ödemiş bir aileden geliyoruz. Karşı çıkan pek olmadı. Yusufeli Barajı’na karşı çıkanların sayısı 15-20 kişiyi geçmedi.
Bütün bir şehrin baraj altında kalacak olmasına rağmen tepki gösteren olmadı mı?
Belirsizlik ve umutsuzluk içine itildi insanlar. 1974 yılından beri baraj olacak, burada kalmanın bir mantığı yok diye topraklar terk edilip gidildi. Toprakları terk eden insanlar da nasıl olsa ekip biçmiyoruz bari bunun parasını alalım arayışına girdiler. Bu yüzden Yusufeli’nde direnç olmadı. Olanlar da çok azınlıkta kaldı. Bunun yanında mahkeme süreçleri, büyük şehirlerde bilgilendirme toplantıları oldu, ama etkili bir sonuç alamadık.
Çoruh’ta Yusufeli Barajı’ndan önce yapılan barajlar ve HES’ler var. İnsanlar “enerji için bu ırmaktan yeterince yararlanıldı, artık bir tane daha fazlasına gerek yok” diye düşünmedi mi? Ya da diğer barajlarla ilişkisini kuranlar var mıydı?
Bakın şöyle bir propaganda yapıldı ve yayıldı: Bir baraj diğerini tamamlar, Yusufeli Barajı olmazsa diğerlerinin hiçbir önemi yoktur. Bunun yanında para alacak, iş sahası açılacak diye insanlar uzun vadeli düşünmediler. Uzun vadeli düşünmedikleri gibi yok olan tabiatı, endemik türleri, turizm potansiyelini, dünya mirası olduğunu da düşünmediler. Sadece parasını düşündüler. Göçle giden insanlar da “yerim ekilmiyor, biçilmiyor, bari para etsin” diye maalesef karşımıza geçti. Birçok bilgilendirme toplantısı yapıldı, birçok akademisyen geldi, ama etkili bir sonuç alamadık. Hukuktan sonuç aldık, baraj projesi iptal edildi. Yeniden ihale yapıldı, yeniden verildi. Ben bu barajların elektrik üreteceğine ve dolacağına inanmayan biriyim. Ve yazık oldu diyorum Yusufeli’ne.
Çoruh sınır aşan bir su. Suyun kullanımında Gürcistan’ın da hakkı olması bir tartışma konusu oldu mu?
İlk baraj Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanı olduğu dönemlerde, Gürcistan Cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze ve Türkiye hükümeti arasında ortak mutabakat sağlanarak yapıldı. Ben olaya Gürcistan ya da Türkiye açısından bakmıyorum. Ben, dünya mirası açısından bakıyorum. Bu bölgenin yok edilmemesi gerekirdi. Mikro klimaya sahip, eşi benzeri olmayan bir vadi. Birçok endemik bitki türünün yok olacağını bilim insanları söylüyor. Bu barajdan dolayı Yusufeli 14 köyünü kaybediyor, Yusufeli’nin taşıyıcısı olan köyler bunlar. Nehrin kenarında ve en büyük köyleri. Bunları kaybettikten sonra Yusufeli ilçesinin varlığını sürdüreceğine -birkaç tane dağ başında kalmış köy ile- inanmıyorum. Varlığını sürdüremeyecek.
Burada iklim değişikliği hissediyor musunuz?
Yüksek nem olarak hissediyoruz. Yağmurları kaçırdık. Yağmurlar biraz daha uzağa, yukarılara kaçtı. Buradaki hava basıncından mı artık, meteorolojik değişimler yaşadık, yağmur az düşmeye başladı. İkinci konu, nem oluşmaya başladı. Üçüncüsü de buranın yer altı sularını besleyen kar belirli bir bölgeye artık yağmaz oldu ve geceyle gündüz arasındaki sıcaklık farkı da çok değişti; uzaklaştı. Gündüz 40 derece ise, gece 8’e, 10’a düştü.
Bundan sonra burayı koruma adına ne gibi tedbirler alınabilir? Burada yaşayan insanlar için neler yapılabilir?
Köye dönüş projeleri, büyük sosyal projeler yapılması lazım. Burada insanlar hiçbir şey istemiyor. “Devlet bizim sigortamızı ödesin, biz burada hayvancılığa başlayalım” diyor. “Sosyal güvencemiz olsun” diyor yani. Yoğun göçlerden dolayı bizim daha yukarı kottaki 1.500-2.000 rakımlı köylerde birinci sınıf tarım arazileri bomboş. Hayvancılığa geri dönüş olabilir, mera hayvancılığı öldü burada. Küçükbaş hayvancılığı (keçi ve koyun) yapılabilir, o da öldü. Tahıl ve yem bitkileri tekrar ekilebilir. Bu bölgede su altında kalmayan üç köyden biriyiz. Burada yine tarım yapılabiliyor, ama asıl felaket yukarı köylerimizde oldu. Tarım alanları boş, köyler virane vaziyette ve ekilip biçilmiyor. Tarım ve hayvancılık konusunda, en azından bugüne kadar, devletten hiçbir talebim olmadı. Hibe olarak da devletin ödediği şeyleri ben reddediyorum. En azından makine konusunda küçük sanayicilerin de üretebileceği tarımı da kolaylaştıracak makineler yapılabilir, onları da parayla alabiliriz.