SİNAN ERENSÜ
Dünyanın en hızlı akarsularından biri olan Çoruh ve ona ev sahipliği yapan havza bir süredir ciddi bir dönüşüm geçiriyor. Bu dönüşümün merkezinde Çoruh Enerji Planı adında devasa bir altyapı programı yer almakta. Çoruh Enerji Planı kapsamında Çoruh Nehri üzerine (ana havzaya on, kollarına beş olmak üzere) tam on beş büyük baraj planlanmış. Kimisi bitmiş kimisi inşa ve planlama aşamasında olan bu barajlar ülke için enerji üretirken yapıldıkları yerdeki yerleşimleri ve tarım alanlarını sular altında bırakıyor, yerel iklimi değiştiriyor, doğal hayatı tehdit ediyor, coşkun bir akarsuyu uzun, ince, durgun bir göl hâline getiriyor.
Çoruh’un bu durgunlaşan hâlinin izini Mekanda Adalet Derneği (MAD) olarak Eylül 2019’da, sekiz gün boyunca, farklı disiplinlerden 10 kişilik bir araştırmacı topluluğuyla sürdük. Çoruh’u membasından mansabına kadar katetiğimiz, havza boyunca insan ve doğa hikâyeleri topladığımız bu saha çalışmasını uzmanlarla gerçekleştirdiğimiz söyleşiler ile zenginleştirdik. DereTepe.org’un bu kapsamlı havza çalışmasının, çevre adaleti mücadelesine ve doğa-üstü hikâye anlatıcılığına katkı sunacağını umuyoruz.
Düşük nüfus yoğunluğu ve ülkenin çeperinde kalan konumu nedeniyle Çoruh Havzası’nın başından geçen dönüşüm belki pek çoğumuzun radarında değil, ancak Çoruh’un ve Çoruh Havzası sakinlerinin başından geçenler ülkemizin içinden geçtiği çevre tahribatı ve ekolojik kriz hâlinin prototipi sanki: Hızla çözülen kırsal hayat, tahrip edilen yaşam alanları, bu alanlar üzerinde devam eden çaresiz pazarlıklar, yüklenici yahut taşeron şirketlerle karşı karşıya gelmek zorunda kalan yerel halkın çaresizliği, kabaran çevre muhalefeti ve onun sınırları, kaybedilen kültürel mekânlar ve bu kaybın getirdiği köksüzleşme duygusu, zorunlu yerinden edilme ve hemen her şeyin ruhuna ve zihnine işleyen derin bir belirsizlik hissiyatı ile gelecek kaygısı…
Çoruh üç farklı ili birbirine bağlayan heybetli bir akarsu. Erzurum sınırları içindeki Mescit Dağı’ndan kaynağını alan Çoruh, Doğu-Batı doğrultusunda akarak Bayburt il sınırları içinde 270 derecelik bir yay çiziyor ve yoluna Batı-Doğu yönünde devam ediyor. Kaçkar Dağları’nın güney yamaçları boyunca akan Çoruh, ilk bulduğu derin vadiden kuzeye, yani Karadeniz’e doğru ilerliyor ve Yusufeli dolaylarında Artvin il sınırları içine giriyor.
Ancak, malum, doğa siyasi sınırları tanımıyor. Bu bağlamda Çoruh sınıraşan bir ırmak. Çoruh’un Mescit Dağları’nda başladığı yolculuk Gürcistan’da sona eriyor. 438 kilometre uzunluğunda olan Çoruh, Gürcistan’da sadece 25 kilometre ilerliyor, dar vadilerden geniş bir deltaya bu kısa mesafede kavuşuyor. Gürcistan’daki Çoruh, yani Ch’orokhi (ჭოროხი), Çoruh Havzası’ndaki bu devasa dönüşümün neden şimdi gerçekleştiğinin de cevabını veriyor bize. Bahsi geçen 25 kilometre, 1989’a kadar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) sınırları içinde kalıyor. Güçlü komşusu ile arasını bozmak istemeyen Türkiye, aslında planlaması 1950’lere dayanan Çoruh Enerji Planı’nı ancak SSCB çöktükten sonra yürürlüğe koyabiliyor. Çoruh üzerindeki ilk baraj olan ve Gürcistan sınırına yürüme mesafesinde konumlandırılmış Muratlı Barajı’nın yapımına 1999 yılında başlanıyor. İki ülke arasında bu doğal ve tarihi geçiş noktası çok uzun süredir kullanım dışı. Çoruh’u sınırın öte yakasında takip etmek isteyenler, Muratlı Köyü’nün 2 kilometre ötesindeki Maradid Köyü’ne, Sarp Sınır Kapısı üzerinden 98 kilometre yol yaparak ulaşmak zorundalar. MAD olarak kat ettiğimiz bu yol bize sadece Çoruh’un devamlılığını kanıtlamakla kalmadı, politik ekolojik süreçlerin ve çevre mücadelesinin de sınır tanımadığını gösterdi. Bu çalışmada Gürcistan’da Türk şirketleri tarafından inşa edilen barajları, bu barajların sınır köylerinde yarattığı rahatsızlığı, yerinden edilme süreçlerinin her iki ülkede de nasıl birbirine benzediğini konunun Gürcistan’daki muhataplarının ağzından duyacaksınız.
Tüm bu dönüşüm bir günde yaşanmıyor elbette. Dedikodusu on yıllar öncesine dayanan bu dönüşüm hiç de planlı, programlı ve tahmin edilebilir bir biçimde ilerlemiyor. Çoruh’un yıkımı ağır çekim bir şiddet olarak kendisini gösteriyor. Ne baraj planları, ne yeni yerleşim yerlerinin detayları ne de kimin hangi koşullarda tazminat alabileceği açık ve net değil. Tüm bunlar değişime, pazarlığa, son dakika revizyonlarına tabi. Doğru bilgiye aracısız bir biçimde ulaşmak neredeyse imkânsız. Hâliyle dedikodu birden gerçeğe dönüşüyor, gerçek bazen umuda ve zenginlik hayallerine, hayaller kabus ve karabasanlara, kabuslar çaresizliğe ve hemen hepsi yerini zamanla derin bir belirsizliğe bırakıyor. Belirsizlik, saha çalışmamız boyunca en fazla etkisini hissettiğimiz Çoruh gerçekliği. Neyin ne zaman yapılacağı, hayatların nasıl değişeceğine dair belirsizlik insanları savunmasız bırakıyor ve sosyal hayatı -tabiri caizse- felç ediyor.
Belirsizliğin doğrudan etkilediği bir başka Çoruh gerçeği ise itiraz. Bölgede ekolojik yıkıma itiraz farklı biçim ve yoğunluklarda var. Bu itiraz bazen Yeşil Artvin Derneği gibi somut, süreklilik arz eden bir sivil toplum örgütlenmesi içinde var oluyor, bazen küçük bir köyün muhtarının uğraşlarına sıkışıyor, bazen de mevcut iktidar ve onun taşra teşkilatı üzerinden dillendiriliyor. Ne şekilde olursa olsun, itirazın müthiş bir gücü var. Bu güç sadece birbirine siyaseten benzemez unsurları bir araya getirmekle, yerel siyaseti etkilemekle kalmıyor, bölgeye dair yepyeni bir tutkuyu ve bağlılığı da beraberinde getiriyor; mücadele içine giren insanları yeniden bölgeye, toprağa bağlıyor. Öte yandan belirsizlik itirazları güçlendirdiği ölçüde kimi zaman mücadeleleri kırılganlaştırıyor. Kırılgan mücadeleler yorgunluğa, yenilgiye ve teslimiyete açık hâle gelebiliyor.
Mücadele, itiraz, kırılganlık ve teslimiyetin belki de en fazla iç içe geçtiği yer Yusufeli. Çoruh Enerji Planı’nın en önemli parçası Yusufeli Barajı’nın tamamlanmasıyla sular altında kalacak olan bu ilçe ve son on yılda başından geçenler bizi yıkımın siyaseti üzerine düşünmeye zorluyor. Bir mücadele nasıl ilerler, yenilgi nasıl kabullenilir, yıkım üzerinden pazarlık nasıl yapılır, bu pazarlıktan bir şey kazanılabilir mi? Yusufeli’nde bu soruları kent siyasetinin en önde gelen isimleri ile tartışıyor ve önümüzdeki yıllarda ülke gündemine daha da girecek bir yıkım hikâyesine şahit oluyoruz.
İtiraz elbette kolektif olunca anlamlı, sürdürülebilir ve etkili olabiliyor. Ancak itiraz eden topluluklar kadar o itirazın ateşleyicisi, lideri ve taşıyıcısı olan bireyler de kıymetli. Bu anlamda Çoruh bize pek çok farklı portre veriyor. Bu portreler bir yandan bölge insanının, ekolojik yıkıma itirazın çeşitliliğini gösteriyor bize, diğer yandan da ilham veriyor. Köyüne dünya çapında bir müze açan bir sanatçı, birikimleri ile yurda dönüp Bayburt kırsalında küçük çiftçilik yapan eski gurbetçi ve bölgedeki tüm çevre meselelerine koşan bir kadın aktivist… Birbirlerinden çok farklı yaşamlardan gelen, farklı motivasyonlardan beslenen bu portrelerin ortaklıkları müştereklerimizin aslında ne kadar geniş olduğunu kanıtlıyor bize.
MAD olarak yürüttüğümüz bu çalışma yurdumuzun çeşitli vadi ve havzalarında farklı yoğunluk ve biçimlerde yaşanan ekolojik yıkımın izini sürüyor, bu yıkımın hikâyesini yıkımı doğrudan tecrübe edenlerden dinliyor. Ancak Çoruh’un dere-tepe hikâyelerini bir ağıt gibi dinlemiyoruz, yıkıma arkasından sadece gözyaşı dökerek bakmıyoruz. Zira, bir yandan yıkım büsbütün tamamlanmış değil, ayakta kalmaya hatta geri dönmeye çalışanlar için Çoruh umut vermeye devam ediyor. Köyüne, vadisine, tarlasına kısa bir aradan sonra yeniden tutunanlar, “nasıl bir köye dönüş” sorusunu tartışmamıza imkân sağlıyor. Ancak daha önemlisi Çoruh anlatıları, çok yakın zamanda başlamak zorunda olduğumuzu bildiğimiz bir ekolojik restorasyonun, yıkım sonrası hayatı yeniden var etme çabasının temel taşları olsun istiyoruz. Yıkımın çetelesini iyi tutmak tam da bu yüzden önem kazanıyor. Keza saha araştırmalarımız bize, Çoruh Havzası’nın başına gelen gibi kapsamlı ekolojik yıkımların altından, yıkımın hemen öncesine dönme vaadiyle değil; yepyeni, daha adil, daha ekolojik, daha demokratik bir tahayyül ile çıkabileceğimizi gösteriyor.