28 NİSAN 2023
Havası temiz olduğu için elli yıl önce Aydın’dan Yılmazköy’e taşınan Ayşe Çetin, hukuksuzca kurulmaya çalışılan JES’e karşı mücadele içinde buldu kendisini. 74 yaşındaki Çetin davalarını kazandıkları hâlde çalışmaya devam eden şirketi, iş makinelerinin önüne yatarak durdurmak istedi. Türkiye’nin Ayşe Teyzesi, JES’lere karşı direnişlerin simgelerinden oldu. Mücadele süreci boyunca yaşadıklarını anlatan Çetin, “toprağıma dokunma” demeye devam ediyor.
Bize biraz kendinden bahseder misin Ayşe Teyze?
Ben Ayşe Çetin. 74 yaşındayım. Biz Yılmazköy’e bağlıyız. Eski Nazilli yolu, Dikilitaş Mevki diyorlar buraya. Aydın’da duruyorduk, beyim rahatsızlanınca buraya geldik, yerleştik. Temiz hava diye geldik, ama jeotermaller keyfimizi bozdu kızım. Zehiri açtıkları zaman evimizin kapısını, penceresini açamıyorduk. Çürük yumurta kokusu gibi, porçöz kokusu gibi, asit kokuları geliyordu. Bahçemiz var jeotermalin olduğu yerde. Dokuz-on sene olmuştur, mahkemeye verdik. Keşifler yapıldı.İlk zamanlar mahkemeye gittim.Avukatımız Arif Cangı İzmir’den geliyordu. Başka avukatlar da vardı. Davaları kaybettiğimiz de oluyor, kazandığımız da.
Neden mahkemeye verdiniz?
İleride santral var, buraya da santral kuracaklardı. Bize zararı var. Bahçelerimiz zeytinlik, etraf bütün tarım arazisi. Onun için santrali istemedik kızım. Gerçi kuyu kazdılar, ama santral yok. İşleri devam ediyor. 300 metre mesafede üniversite var. Üniversitenin olduğu yere aldılar. Oradan kazdılar, boru döşediler, birleştirdiler buraya. Oradan Gölcük’teki büyük santrale gidiyor.
Santralin nasıl zararlarını gördünüz?
İlk önce çok zararları oldu bize. Zeytinlerimize, yerlerimize… Sarı kükürt patladı. Hepsi patlamış olsaydı Aydın yok olacaktı. Biz Aydın’a çok yakınız. Aydın’a yakın, tarım arazilerine santral mi kurulur? Tarım gidiyor elden. Çoluğumuz çocuğumuz ne yiyecek ne içecek? Diyorlar ki “Patates, soğan pahalı”. Tarım olmazsa… Evet, jeotermale de ihtiyacımız var, ama ya zararı?
Ne zaman patladı Ayşe Teyze, neler oldu?
İki sene oldu. O zaman pandemi vardı. Yasak vardı, ben gitmedim görmedim. Ne yapıyorlarmış, bilmiyorum. Bütün bahçemiz, zeytinlikler patlamayla sapsarı oldu, kükürt sarısı. O zeytin ağaçları sanki yağ dökmüşün, ışıl ışıl ışıldadı. İtfaiye geldi, soğutmaya verdiler. Durdurdular işte. Yoksa Aydın giderdi, biz buralarda durmazdık kızım. Patlamadan sonra tanıdıkların 300 kovan arıları gitti. Bizim komşuların inekleri çıkan zehirli gazdan öldü.
Etrafta fark ettiğin başka etkileri oluyor mu?
Şimdilik etkisi yok. Açtıkları zaman koku geliyor, duyuyoruz. Peyde peyde açıyorlar, ama ilk önceki gibi değil kızım. İlk önce çok tehlikedeydik. Konu komşu burada sekiz-dokuz kişiyiz. Hep baskın verdik. Sağ olsun AYÇEP’ten (Aydın Çevre ve Kültür Derneği) Mehmet (Vergili) Ağabey hep yardımcı oldu. AYÇEP hep yanımızdaydı.
Karşı çıktığınızda neler yaşadınız?
Jeotermal yakın zaten. Jeotermalin olduğu yere gittik. Konuşmalar yapıldı. Bahçeye gazeteciler olsun, çevreciler olsun, hep geldiler.
Köylü de istemiyor o zaman, değil mi?
İstemiyor! Kanserler çoğaldı kızım, ister mi, siz ister misiniz? Bütün hastalıklar çoğaldı. En çok yanımıza koşan AYÇEP’ten Mehmet Vergili’ydi. Hâlâ yanımızda.
Köylülerle nasıl bir araya geldiniz, anlatır mısın?
İlk önce biz hiç bilmiyorduk kızım. Jeotermali yararlı bir şey sanıyorduk. Jeotermali kurdukları yerde asırlık zeytin ağaçları vardı. Ben evleneli 50 yıl oldu. Ben şehirden geldim, ama 50 yılı geçti. Ağaçları köklediler kızım geceyarısında. Başka bir yoldan geçirdiler. Biz konu komşuyla baskın verdik. Bütün zeytin ağaçlarını köklemişler. “Başka yere dikeceğiz” dediler. Koskoca ağaçlar başka yerde tutar mı kızım? Tutmaz! Kızım o genç, verimli zeytin ağaçlarını da hep köklediler, köklediler, götürdüler. Biz zeytinciyiz, rençberiz, çiftçiyiz, biliyoruz, başka yere dikilirse tutmaz. Velhasıl bizi aldatmak için konuştular. İlk önce ölçüp biçtiler. “Ne yapıyorsunuz, ne ölçüyorsunuz?” dedik. “Deprem bölgesi burası. Deprem için ölçüm yapıyoruz” dediler. Meğer öyle değilmiş. Sıcak suların nerede olduğunu ölçüyorlarmış. Bizim bir şeyden haberimiz yok. Kazdıkları yer, asitli suya geçirecekleri borular hâlâ yatıyordur içeride, ama onu kapattılar. Künk döşediler, asitli suyu geçirdiler. Ondan sonra şikâyet edildi. Sabuncu Bilal Bilen, asitli su fabrikasının altından geçip kanala döküldüğü için şikâyet etti. Bütün köy, Gölhisar tarafı enginar sebze ediyor, kanaldan sulanıyordu. Bütün zehir oraya akıyordu. Hepimiz yiyoruz. Şehirli de, köylü de yiyor.
Neler yaşadığınızı köy köy dolaşıp anlattınız, değil mi?
Mehmet Vergili, ben, kızım Şermin, emekli hemşire bir arkadaşımız, dört-beş kişi her köye gittik. AYÇEP’ten hep bir grupla gittik. Tire Başköy’e, Karacasu Yeniköy’e, Busluca’ya (Musluca) gittik. Onları hep biz uyardık. Buslucalılar (Muslucalılar) oruçlu ağızla dokuz kilometre yol geldiler Umurlu’ya, baskın verdiler, jeotermalleri göndermediler oraya.
Kızılcaköy’ü Mehmet Vergili ile AYÇEP olarak biz uyardık. Beş kişi vardı kahvede. Kadın olarak emekli bir öğretmen vardı. Hiç kimse gelmedi. Sonra ne oldu? Çadırlar kurdular. Destek verdik yine AYÇEP olarak. Toplantılara gittik. Serçeköy’e gittik, uyardık. Kuşadası Didim’den Kiraz yoluna gittik, gelecekler diye.
Fox televizyona çıktım ben. Zeytin dalıyla. “Bunlar birer nimet, birer evlat” dedim. “Ben çocuklarımı okuttuysam, everdiysem, bu zeytinlerle büyüttüm everdim” dedim. Hâlâ öyle. Bu yıl zeytin koyduk, onu sattık. Hem çocuklarımın altınlarını yaptım hem üniversiteye üç çocuk gönderdim ben. “Bunlar canlı varlık” dedim. “Hiçbir şey olmasa, üç öğün zeytinle karnımızı doyururuz” dedim. Yılmazköy’den de bir minibüsle gelmişlerdi, öyle baskın yaptık. Jandarma geldi, çıkardı.
Neden bu kadar uğraştın Ayşe Teyze?
Neden yapmayayım kızım? Çoluğumuz çocuğumuzun, bizim bu çiftçilikten, tabiattan doyuyor karnımız. Tabiatımız, doğamız kızım. Çanakkale’de o güzelim çam ağaçlarını kestiler. Benim kız gitti, hastaydım, ben gidemedim, içim geçti. Bu doğa elden gidiyor kızım. Bu doğa olmasa, çoluğumuz çocuğumuz, hayvanımız ne yiyecek kızım? Doğaya muhtacız. Bina, bina, bina… taş, taş, taş… Toprak lazım bize kızım, biz topraktan doyuyoruz. Köylü şehirliye muhtaç, şehirli köylüye muhtaç kızım. Biz birbirimize bağlıyız. Bu toprak olmasa ne olacak?
Yapıyorlar, iyi güzel, ama zararları daha çok. Hastalıklar çoğaldı. Yeğenimi 18 yaşında kanserden kaybettim. Gelinimin kardeşi tedavi görüyor, kanser hastası. Bütün kanserler çoğaldı. Siz benden daha güzel bilirsiniz. Yediğimizin, içtiğimizin zararı olmuyor mu?
Bu santrallerden kim faydalanıyor?
Valla orasını bilmiyorum. Büyükler faydalanıyor, biz mi faydalanıyoruz? Biz bir şey görmüyoruz. Fakir fakir oluyor, zengin zengin…
Direnişlerde hep senin gibi kadınlar en önde. Neden böyle sence?
Çünkü erkekleri arka plana koyuyoruz. Dövüş kavga olur. Kadınları öne çıkarıyoruz ki mesafe olsun. Gene de ittiriyorlar, kaktırıyorlar. Benim başıma gelmedi ama, Mezeköy’de askerler kadınları yere atıyor, o yağmurda çamurda. Benim kız gitti. Ben gidemedim. Günah değil mi o insanlara? Bu toprakta, bu vilayette yaşıyorsan sen de faydalanıyorsun ondan.
Onlar da vatanını, toprağını koruyor. İncir ağacı köklenip jeotermal yapılır mı? Ben topraktan doyuyorum. O köylü topraktan doyuyor. Ekmeği ordan. Muhtaç değil. İki ineği oluyor, aynı bizim gibi, iki zeytini, iki inciri oluyor. Hem toprağını koruyor hem çoluğuna çocuğuna, kendine besin, gelir kaynağı oluyor.
Mehmet Vergili’yle Yılmazköy’e minibüslerle gittik. Memur beye “Oğlum” dedim, “Biz olay çıkartmaya gelmiyoruz. Hakkımızı aramaya geliyoruz. Toprağımızı korumaya geliyoruz. Suyuma, toprağıma dokanma. Sen de burada memursan, sen de faydalanıyorsun buradan” dedim. Hiçbir şey demedi polis. Her şey bulunur, toprak bulunmaz. Toprağın verdiğini hiçbir şey vermez.
Direnişin lideri olmuşsun.
Gele gide, gele gide, öğrettiler kızım. Açıldım (Kahkaha atıyor) konuşmalara gide gide, oraya buraya giderken… Kızım da gidiyor. Benden daha çok gidiyor. Olaylara sinirleniyorum, migren oluyorum, ertesi gün yatıyorum. Artık fazla gidemiyorum.
Köylere gittiğinizde umut vermek, direnişe davet etmek için ne anlatıyorsunuz?
Aynı size anlattığım gibi. “Vermeyin, topraklarınızı satmayın” diyoruz, “tehlikeli” diyoruz. Tabii onlar da düşünüyor, taşınıyor. Bizimle birlikte başka köylere gidiyorlar, uyarıyoruz. Kızılcaköy’de köyün muhtarı sattı. Direndik, çadır kurduk, bak yapılmadı orası.
Sana hiç teklif geldi mi şirketlerden?
Geldi, para yatırdılar, “Vazgeçin” diye, almadık. Bizim küçük oğlumun bacanağının İmamköy’de yerleri var. Kandırıp para veriyorlar. Sana 10 lira diyorlar, onunkine 20 lira diyorlar. Amcasına 30 lira vermişler. Boru geçiyor. Borunun yerden geçmesi lazım. Yerden maliyetli oluyor diye, üstten geçiriyorlar. “Alma bu parayı” dedik. Oğlumun bacanağı almadı parayı. Hisseli arazi varsa, mahkemelik olan varsa, mirasçılar anlaşamamışsa kafalarına giriyorlar. Bir adam buluyorlar, o araştırıp soruşturuyor, öğreniyor. Para tatlı geliyor, satıyorlar. Yılmazköy’de satan çok oldu. Mesela bizim yerin içinden su geçireceklerdi, biz mâni olduk, mahkemeye verdik, geçirmediler.
Tarımsal faaliyet olarak ne yapıyorsunuz?
Fazla bir şey yok. Mısır ekiyorduk, hayvanlara silaj yapıyoruz. Senede iki kere ekiyorduk. Kuraklık olduğundan iki seneden beri ekmiyoruz. Şimdi arpa buğday ekiyoruz, hayvanlara silaj yapıyoruz. Pamuk ekiyorduk eskiden. Pamuk para etmez olunca bıraktık, çünkü evlat yetiştirir gibi oluyor pamuk. Küçük oğlan okulu bırakınca babasıyla dışarıda hayvancılık etmeye başladı. 385 lira bir çuval yem. Silaj öyle. Bir balya saman 25 kilo geliyor, 150 lira. Sütü 100 kilonun üstünde verirsen 10 liradan alıyor mandıracı. İkinci el, üçüncü el olanlar kazanıyor. Biz kazanamıyoruz.
Aşağıya jeotermal açılmış. Sizin tarımsal faaliyetinizi etkiledi mi?
Yok etkilemedi. Kocagür diyoruz, orada. Epey mesafe var. Çalıştığını duyuyoruz. İlk önce çok zararı oldu. Domateslerimiz kurudu. Buraya yazlık sebze ekiyoruz, hep kurudu. Geçen sene olmadı. Önce havuz yapmışlardı. Su birikiyordu. Bütün tavşanlar, tilkiler o zehirli sudan öldü. Kuşlar hep öldü. Şimdi onu kapattılar. Biz baskın yapınca kapattılar.
Şirket sahipleri karşına gelse ne dersin?
Ne derim? Aynı şeyi söylerim. “Toprağımıza dokunma” derim. Ben burdan doyuyorum. Ne diyeyim kızım? Bizim gözümüz topraklarda. Toprakla olmuşuz, bitmişiz kızım. “Torunlarıma ne bırakacağım ben?” diyorum. Anadan, babadan, atadan kalma bu topraklar. Elbette sahip çıkmamız lazım.