“Kızılca Kızlar” Anlatıyor

29 NİSAN 2023

Kızılcaköy, Aydın il merkezine yaklaşık on kilometre mesafede, Efeler ilçesine bağlı bir köy. 2018 yılında köylerine kurulmak istenen jeotermal enerji santraline karşı bir araya gelen köyün kadınları başarılı bir sivil direniş ve hukuki mücadele örneği ortaya koydu. Mücadelenin öyküsünü Kızılcaköy Kadınları’ndan Fatma Orbay ve Leyla Çiyanşen’den dinledik.

Bize kendinizden bahseder misiniz?

Leyla Çiyanşen: Üç çocuk annesiyim. Eşimin işi dolayısıyla İzmir’e gittik. Ben apartmana sığamadım, kendimi tutsak zannettim. Ağlardım balkonda bir çiğ damlasını görebilmek için. Benim özüm köyüm. Aydın, Kızılcaköy, hem köyüm hem vatanım hem toprağım. Toprak dedim mi, tüylerim diken diken oluyor. İnsan topraksız, havasız, vatansız yaşayamaz. Onun için biz sahip çıktık köyümüze. Kimsenin el uzatmasına, kimsenin dil uzatmasına izin vermedik.

Fatma Orbay: 67 doğumluyum. Yirmi altı sene Almanya’da kaldım. Orada evlendim, iki çocuğum var. 2005’te Türkiye’ye döndük. Aydın’da evim vardı, yapamadım, apartmanda yaşamak bize göre değildi. Kızılcaköy’e yerleştik. Artık Kızılcaköylü oldum. Rahmetli babam da çiftçiydi. Toprağı seven insanlarız.

Fatma Orbay, Leyla Çiyanşen ve Güler Aşkıntaş. Fotoğraf: Emirkan Cörüt

Her şey nasıl başladı?

L.Ç.: Dört sene önce çevre derneklerinden geldiler. Jeotermalin ne olduğunu anlattılar. Arkadaşlara, “Kız hadi kalkışın, nasıl çene çıkıyormuş, nasıl dil çıkıyormuş, gösterelim” dedik. Köyden tarla satın almışlar. Köy muhtarı satmış. Haber vermedi bize. Dernekten arkadaşlar söyledi.

F.O.: 2018’de jeotermalle karşılaştık. Germencik’te vardı, ama bu kadar kötü bir şey olduğunu bilmiyorduk. Çevre dernekleri gelip bizi bilgilendirdi. Kuyuları açarken mermer tabakayı da asitle açıyorlarmış. O asit de toprağa, yeraltı sularına zararlı. Biz bunların zararlı olduğunu, köyümüze de yapılacağını, köyümüzdeki tesisin Germencik’tekinden bile büyük olacağını duyunca direnişe geçtik.

Direnmek için neler yaptınız?

F.O.: Şirketle karşı karşıya geldik. Halkın yanında olması gereken jandarma şirketin yanında oldu. Üç gün boyunca çok olay yaşadık. Mesela biber gazının ne olduğunu bilmiyordum, yüzüme sıktılar, hiç uyarmadan. Tarlaların içine TOMA’lar geldi. Erkekleri hep arka planda tutmaya çalıştık, olaylar büyümesin diye. Haklıyken haksız duruma düşmek istemedik. O şirket aldığı yeri tellerle çevirmek istedi, izin vermedik. Vali Yardımcısı geldi. Avukatımız Akın (Yakan) Bey burada telle çevirme yapamayacaklarını, evraklarının tamamlanmamış olduğunu anlattı.

L.Ç.: Neler yapmadık ki çocuğum! “Hadi kızlar” dedik. On kız kafa kafaya verdik. CHP Denizli Milletvekili Gülizar Biçer’den İsmail Küçükkaya’nın telefonunu aldım, aradım. Sesimizi bütün Türkiye’ye duyurdu. Sonra asistanı jeotermallerle ilgili çekim yaptı. Cuma günü Vali’nin halkla konuşma günüymüş. Kökten çözmek lazımdı. Bir minibüs arkadaş toplandık. Aydın’ın girişinde jandarma bizi tuttu, GBT’mizi istiyor. “Bizimle dalga mı geçiyorsun? Yürüyün kızlar” dedim. Anam, bir araba çevik kuvvet geldi önümüze. Silahlarını tuttular. “Terörist yerine koydunuz bizi. Hani nerede, donumuzun içinde mi silahımız?” dedim. Tartıştık. Bizi sivil polis konvoyuyla köye geri getirdiler. Yukardan jeotermalin yapılacağı yeri gören bir arkadaşımız, “Geldiler” diye haber verdi. Şirketin adamları direk dikmeye başlamışlar. Gittik, şirket oradan ayrılınca dağıldık. Ertesi gün tekrar gitmek istedik. Üç yerde durdurulduk, jandarma nezaretinde gidebildik. Tel çekmesinler diye direklere sarıldık. Orada dipçik yedim. Baygınlık geçirdim. Hastaneye, oradan da savcılığa gittik. Ertesi gün bir daha gittik. Biber gazı sıktılar. FOX TV’ye haber verdim, canlı yayın yaptı. Biz kendimiz yarattık sesimizi duyuracak fırsatlarımızı.

Vali yardımcısı, biber gazı sıktılar denilince, “Size bir şey olmaz” diyor, özür dileyeceğine. Jandarmanın, devlet büyüğünün halkın yanında olması lazım, şirketlerin değil. Biz Türkiye’nin vatandaşı değil miyiz? Ben öyle bir Türkiye isterim ki selamsız sabahsız, hiç kimsenin engeli olmadan cumhurbaşkanının yanına gidip derdimi arz edebileyim.

Baskıyla karşılaştınız mı?

L.Ç.: Beni sivil polis araştırmış, ben militanmışım. Benim militan görünümüm var mı? Ben toprağımın militanıyım. Eşim bile “Leyla konuşma gari” dedi, “yakında tutuklanacaksın”. Benim ağzımdan tutuklanacak bir hakaret duydunuz mu? Böyle sindire sindire, pustu insanlar. Pusmayacaksın ya! Köyümüzden bir sağlık görevlisini buradan Karasu’ya sürgün ettiler, bizim yanımıza geldi diye. Oğlum belediyenin atık fabrikasında güvenlik görevlisiydi; işten attılar, anası konuşuyor diye.

Dava süreçleri başladı akabinde, değil mi?

F.O.: Evet, dava açtık. Çünkü kanunu hiçe sayıyorlar. Jeotermal kuyuları açacaklar, herkesin bahçesinden o koca boruları geçirecekler. Ben yaşadığım yerde niye izin vereyim ki böyle bir şeye? En doğal hakkım benim, yaşam alanımı savunmak. Vali Yardımcısı “Onlar, evraklarını tamamlamadan hiçbir şey yapmayacaklar, ama siz de köye geri döneceksiniz” dedi. “Tamam” dedik. İlk davayı kazandık. Tabii hemen bir üst mahkemeye gittiler. Bir daha dava açtık, onu da kazandık. Davadan önce buraya bilirkişiler geldi. Sadece şirketin satın aldığı araziye bakmak istediler. Avukatımız kabul etmedi, “Kuyuların açılacağı yerleri tek tek dolaşacağız” dedi. Ekili yerleri, hayvan yetiştirilen yerleri tek tek gezdirdi. Bilirkişiler bizim köyden Germencik’e gideceklerdi. Germencik’te Halil (Çetinkaya) Bey’in yalnız olduğunu biliyoruz; bir otobüsle Germencik’e desteğe gittik. Gerçekten de Germencik halkından kimse yoktu. Ardından yalnız kalmasın diye üç-beş kadın Ziya’yı (Topçu) desteğe gittik. Aynı gün üç randevu vermeleri zaten çok büyük bir yanlış. O üç keşif yerinden sadece biz kazandık. Germencik halkı da orada olsaydı, belki onlar da kazanacaktı. Buna çok üzüldük.

Sarı Zeybek JES şirketine karşı dava da açtım. Bir de şirkete bizim için çok önemli “Sarı Zeybek” ismini vermişler. Böyle bir şey olabilir mi? Efeler Belediyesi’nin, Fatma’nın, bir de İncirliova’dan Tülin Hanım’ın açtığı davalar var. Kızılcaköy Çevre ve Dayanışma Derneği olarak davaya müdahil olduk.

Çadırınızdan bahseder misiniz?

L.Ç.: Biz resmi rapor gelinceye kadar çadırda oturduk. Tiyatro kurduk. Şehir şehir tiyatro oynamaya gittik. AKP’nin milletvekilleri çıktılar, “Üç-beş köylü kadın vır vır ediyor” dediler. Biz vır vır etmedik; hayatımızı, topraklarımızı savunduk. Başardıysak biz kadınlar başardık. Çadır köyümüzün simgesi. Bizim köyden önce hiçbir yerde çadır kurulup da direnilmemiş. Bizim köy öncülük ettiği için çadırımız ebediyen orada kalacak.

F.O.: CHP Milletvekili Gülizar Biçer’den destek istedik; çadır getirdiler, kurdular. Gündüz tarlada oluyorduk. Akşamları orada toplanıyor, sohbet ediyor, misafirlerimizi ağırlıyorduk. Çadırımızı kurduğumuz zaman sivil polisler devamlı buradaydı, gözetim altındaydık. Mesela bir simitçimiz vardı. Leyla “Kimliğini çıkar bakayım. Ben senin polis olduğunu düşünüyorum” dedi. Adam bir daha gelmedi.

Seher Hanım’la tanıştık, tiyatroda öğretmenlik yapıyordu. “Tiyatro yapalım, sesimizi duyurmak için” dedik. Bir ay boyunca oyunumuza çalıştık çadırda. Fatih Atay, Efeler Belediyesi’nin salonunu açtı, ilk oyunumuzu orada oynadık. Salon doldu taştı. Denizli, Uşak; pek çok yerde oynadık. Yetti Gari Jeotermal adlı oyunumuz yaşadıklarımızı anlatıyordu.

Sinema filmimiz de var: Kızılca Kızlar.[1] Buraya İran, Yunanistan, Almanya’dan da çok kişi geldi film çekmeye. Bir de türkümüz var. Bir ozanımız bizim için besteledi. Jeotermali, burada yaşadıklarımızı anlatan bir türkü. Tiyatro ekibi olarak o türküyü söyledik. “Kızılcaköy sararmasın/ Dağlarımız kararmasın/ Toprak vatan parçasıydı/ Üç-beş kuruşa satılmasın…”

Kimler destek verdi size?

L.Ç.: Efeler Belediyesi, kadın dernekleri, gençlik kolları, AYÇEP’ten Mehmet Vergili, GERÇED’den Halil Çetinkaya, Doktor Metin Aydın… Çok kişi vardı.

Kızılcaköy kadınları?

L.Ç.: Çadıra gelen yirmi kadın, esas işleri yürütense on iki kadın. Ama şirket geldiğinde yüzlerce kadın.

2018’de ÇED toplantısı için şirket geldi, binlerce insan toplandı. Şirket adamlarına sandalye verip oturtmadık. Korktular, köyden jandarma eşliğinde gittiler. İhtiyacımız oldu mu köyden herkes gelir, ama yaşlımız var, çocuğu olan var.

Tiyatronun mücadelenize katkısı oldu mu?

F.O.: Oldu. Köydeki yaşlı teyzelerimiz, hiç tiyatroya gitmemişler, tiyatroda oynadılar. Zor durumda olanların yanında oyunumuzla yer aldık. Bu mücadele öyle kolay bir mücadele değil, dört-beş sene süren bir mücadele. Mesela kadınlara açılan bir dava vardı. Her seferinde gidiyoruz, ileri bir tarihe erteleniyor. Oraya gitmek kadınları yıpratıyor. Bunlar hep caydırma politikası. Biz toprağımızı, yaşam alanımızı savunduk. Eğer bu suçsa biz yine yaparız. Çocuklarımızın geleceği söz konusu, bundan ötesi var mı?

Bir burası değil ki! Türkiye’nin her yerini talan etmiş durumdalar. Her tarafa ya maden ya jeotermal yapıyorlar. Onun için bu mücadele bitmez. Biz herkese destek olmak zorundayız! Görsünler ki birlik olunca bir şeyler kazanılıyor. Dernekler, Mehmet Vergili, doktorumuz Metin Aydın köyümüze gelip de bize anlatmasaydı jeotermali, bir santim toprağın oluşması için 150 yıl gerektiğini öğrenemeyecektik.İyi ki gelmişler, iyi ki bizim gözümüzü açmışlar, iyi ki biz de birlik olup bu jeotermali buraya yaptırmamışız. Buraya gelip de tek bir kuyu açsalardı, sonu gelmezdi.

Jeotermal santrallerin zararı yok diyenlere ne demek istersiniz?

L.Ç.: Kuş sesi duyuluyor mu? Börtü böcek geziniyor mu ortalıkta? Sabah bakıyorsun, simsiyah olmuş her taraf. Yağmur yağdı mı kükürt yağıyor. İnsanlar “beni sokmayan yılan bin yaşasın” diyor. Bu parti meselesi değil, çevre meselesi. İşte şurada, şu dağın arkasında içme suyu barajımız var. Jeotermalin atıklarını İkizdere’ye atacaklar. Buradan Menderes Ovası’na kadar zehirler gidecek.

Köyünüz başka köylere örnek oldu mu?

L.Ç.: Bizden sonra herkes ayağa kalktı. Bir Germencik pusmuş kalmış. Deniz yeli bir esti mi, Germencik’in zehirli gazları burada. Devletin memurları, mühendisleri var; bu jeotermal yerine başka bir şey üretsinler. Yerin yedi kat dibinden magmayı çıkarıp da insanları zehirleyeceklerine! Sabahları her yer jeotermal gazının bulutu. Bu yüzden Aydın daha sıcak oluyor. Her ürün etkileniyor bundan. Mesela domatesler hemen kuruyorlar. Bunları ben biliyorum, onlar bilmiyor mu? Biliyorlar ama, “cebim dolsun!” O enerjiyle halkın evi, serası mı ısınıyor? O da yok! Başkası zengin olacak, ben zehirleneceğim. Yok ya! Nerede varmış öyle güzel dünya acaba? Parsel parsel Aydın’ı paylaşmışlar.

Davayı kazandınız, gelirler mi sizce yine bu tarafa?

L.Ç.: Karşımıza çıkmaya yürekleri var mı? Bir köylü paraya tamah etmiş, satmış toprağını. O sattıktan sonra bizim köy bir hengamenin içine girdi. Küçücük vahanın içinde, küçücük toprakları olan bir köyüz. Kimsenin beş dönümden fazla tarlası yok. Sen tarlalarımızı jeotermal edeceksin. Bizi kepçeye katıp nereye koyacaksın? Her evde beşer, onar nüfus var. Zeytinin altına bamya, biber ekiyor, insanlar hayatlarına devam ediyorlar. Bu insanlar neyden geçimini sağlayacak, ne yiyecekler, ne içecekler? Biz yine aynı yerdeyiz, aynı yoldayız, yani ölümüne bizim davamız. Tabiatımızı niye zehirletelim? Toprağımı maden için niye eştireyim? Çine’yi, Yatağan’ı delik deşik ettiler. Yeraltının zenginliğini çıkartacağım diye yeryüzünü mahvettiler.

Başkalarıyla dayanışmaya, mesela Mezeköy’e gittiniz mi?

L.Ç.: Gittik. Arkadaşlar hep gidiyorlar. Benim sağlığım müsaade etmiyor. Dört-beş il gezdim. Uşak’a kadar gittik tiyatro oynamaya. Herkese örnek olsun, herkes bir şey öğrensin diye. Bu zor günlerimizi hep beraber atlatmamız lazım. Çok iyi günlerde değiliz.

[1] Sofia Kalvourtzi, Kızılca Kızlar (Reddish Girls) Temmuz 2019 – Mart 2020. Efeler Belediyesi’nin düzenlediği I. Efeler Uluslararası Çevre Film Günleri’nde gösterilmiştir.