Yatırımcının Gözünden JES’ler

7 HAZİRAN 2023

Kendisi de bir enerji santralinin ortağı olan Jeotermal Elektrik Santral Yatırımcıları Derneği (JESDER) Başkanı Ufuk Şentürk, bize derneğin amaç ve faaliyetlerini anlattı. 2007’de çıkan Jeotermal Kanunu’nda yaptıkları değişiklikleri aktaran Şentürk, yanlış bilginin yayılmasına engel olmak için Aydın halkını her gün otobüsle taşıyıp santral gezdirmeye hazır olduğunu, halka rağmen jeotermal yatırım yapamayacaklarını söylüyor.

Derneğinizin amacından, faaliyetlerinizden bahsedebilir misiniz?

JESDER’i 2014’te kurucu başkanlığımda kurduk. Kısa bir ara dışında, dernek başkanlığını yürütüyorum. Yirmi dört üyemiz var. Derneğimiz halkla ilişkiler faaliyetleri yürütüyor; elektrik, jeotermal konusunda mevzuat yapımına katkıda bulunuyor. Jeotermal santrallerde, dünyada en hızlı büyüyen ülke Türkiye. 2010’da özel sektöre devrine başladıktan sonra 15 megavat olan kurulu gücümüz şu anda 1691 megavata erişti.

Mevzuat yapımı için neler yapıyorsunuz?

2007 tarihli Jeotermal Kanunu şu anda faaliyet gösteren jeotermal santrallerin işlerine devam etmesi için yetersiz kalıyor. O yıllarda özel sektörün hiçbir jeotermal faaliyeti yoktu. Sadece Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA) yürütüyordu. Biz iki yıl boyunca yeni bir jeotermal kanunu çalışıp tamamladık. Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) kurum görüşlerini topladı. Kanunun son hâli de elimize ulaştı. Yeni kanun Sayın Cumhurbaşkanı’nın uygun gördüğü zamanda Meclis gündemine gelecek, yeniden yapılanacak. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’yla (EPDK) yakın irtibat içindeyiz. EPDK çalışma esasları açısından ilgili STK’lar ve şirketlerin görüşlerini almadan hiçbir kanun ve yönetmelik yapmıyor. Bu kanun ve yönetmeliklere görüş ve destek sağlamamız hem bizim hem onlar için son derece yapıcı bir faaliyet. Enerji Bakanlığı’nda da aynı uygulama var. Mevzuat yapıcılık tarafında katkılarımız çok. Teşvik mekanizmalarının oluşması için de raporlar yazdırıyoruz. Her teşviğin dayanağı olmalı. Bu dayanakların kanun yapıcılara anlatılması lazım. Bu görev de bize düştü.

Yeni kanun ne gibi değişiklikler barındırıyor?

Kanunda ruhsat hakları, ruhsatın verilmesi, bize hami olan kuruluşun belirlenmesiyle alakalı değişiklikler yaptık. Önceden herhangi bir bakanlığa tabi yatırımcılar değildik. Ruhsatlarımızı İçişleri Bakanlığı’ndan, elektrikle ilgili izinleri Enerji Bakanlığı’ndan, çevreyle ilgili izinleri Çevre Bakanlığı’ndan alıyoruz. Bu, yatırımların gecikmesine sebep olan çok dağınık bir yapı. Elektrik santralini işletmeye karar verdiğimizde 41 kurumdan izin alıyoruz. Şirketler bunu bizzat yapıyor. Yeni kanunda bunu tek elde topladık.

Jeotermal, özünde bir enerji olduğu için yeni kanunla, İçişleri Bakanlığı’ndaki ruhsat verme ve ruhsat haklarıyla alakalı hakları MAPEG’e, dolayısıyla Enerji Bakanlığı’na bağlıyoruz. Ruhsatların elde edilip elden çıkarılmasına dair düzenlemelerde bulunduk. Her yıl ciromuzun yüzde 1’ini idare payı olarak devlete ödüyoruz. İdare payının yüzde 25’lik kısmı yerel yönetimlere aktarılıyor. Bu ödeme bir gün bile gecikirse ruhsat iptal ediliyor. Ruhsat iptali cezalandırmalarını kaldırıp maddi cezalara çevirdik. Mesela bir-iki ihlal idari para cezalarına tabi. Üçüncü ihlal olursa ruhsat iptaline gidiyoruz. İhmal, unutkanlık sonucunda ruhsatın kolayca iptal edilmesi, 1 megavatlık bir jeotermal santral yapabilmek için üç buçuk-dört milyon dolarlık yatırımın heba olması çok hoş bir şey değildi. İzin mekanizmalarını da bir yere topladık. Yeni kanunda biz yapmak istediğimiz işle, ruhsatla ilgili Bakanlığa müracaat edeceğiz. Diğer kurumlarla ilgili izin mekanizmasını Bakanlık yürütecek.

Mevzuat belediyelerle ilgili izin ilişkinize dair bir düzenleme de içeriyor mu?

Belediye işlemlerini de artık biz değil, resmi kurum süre sınırı vererek yürütecek; tıpkı çevre mevzuatında olduğu gibi. Müracaat ettiğimizde bazen muhalif belediyeler sessiz kalabiliyor, evraklarımızı kayda almıyor, cevap vermiyor. Bunun önüne geçebilmek için yeni kanunla, ilgili kurum belediyeye “İzin isteyen şirkete ilgili iznin verilmesi konusundaki kurum görüşünüz otuz gün içinde verilmezse cevabınızı olumlu kabul ediyoruz” mealinde bir dilekçe yazacak. Bu, bizi rahatlattı. Bu tür bütün izin yazışmalarını MAPEG bünyesinde topladık. MAPEG’de şimdilik Jeotermal Daire Başkanlığı kuruldu. Bu tip iş ve işlemleri takip edecek. Eskiden ruhsat kayıtlarını MAPEG tutuyordu, izni İçişleri Bakanlığı veriyordu. İzni de, kayıt tutulmasını da MAPEG yapacak artık. Bunun için online bir altyapı hazırlanıyor, kanun çıkmadan tamamlanacak. Ankara’ya gitmeden, elektronik imzayla işlemler online yapılabilecek. Kısacası işlerin hızlanması ve hak kayıpların önlenmesiyle ilgili düzenlemeler.

Jeotermal santralin nasıl çalıştığına dair genel bir bilgi verir misiniz?

Ülkemizde iki tip santral var: çift çevrimli santral dediğimiz binary ve buharla çalışan flash. 65 santralden dördü buharla çalışıyor, ama hibritler, devamında binary tipi santraller var. Flash tipi santralde kuyulardan çıkan buhar türbine verilir, oluşan basınçla türbini çevirip elektrik üretir. İşi biten buhar soğutma kulelerinde sıvı faza getirilir; sıcak su reenjeksiyon kuyularına basılır. Binary tipinde kuyudan aldığımız sıcak suyu santrale ulaşmadan buhar ve sıcak su fazına ayırırız. Örneğin bizim santralde 150 derecelik sıcak suyu eşanjörde kaynama noktası 34 derece olan pentanla ısıtıyoruz, daha fazla buhar elde ediyoruz. Pentan türbine gidip çeviriyor. Sonra soğutma kulelerinde sıvı faz hâline getiriyoruz, tekrar sisteme dahil ediyoruz. Kuyudan gelen buharla nispeten soğuyan sıcak suyu eşanjörde karşılaştırıyoruz. Hem buharla hem sıcak suyla çift çevrim yapıyoruz. İşi biten 60 derecelik suyu reenjekte ediyoruz. Bizim santralimiz saatte 1800 ton su kullanıyor. Bu suyu dereye, tarlaya basamazsınız. Tamamını yüksek basınçla yeraltına gönderiyoruz. Kapalı sistemde iş bitiyor. Su bizim için ısıyı taşıyan bir kablodan ibaret. 2016’dan beri işletmede olan santalimizde bir gram jeotermal su görmedim.

Sistem çalışırken dışarıya gaz salınıyor mu?

Kuyularımızda yüzde 0,5 civarında karbondioksit var; su, santrale kadar bu gazın basıncıyla geliyor. Eşanjörde bu gazın bir kısmı ayrılıyor. Bu gazı, soğutma kuleleri yanındaki pervanelerin hızından da faydalanarak, geniş bir alana yayılması için atmosfere bırakıyoruz. Bizim tek atığımız karbondioksit. İçinde bindeli oranlarda hidrojen sülfür gazı var. Halk arasında çürük yumurta kokusu olarak adlandırılıyor. Santrallerimizin yaklaşık yüzde 95’i yerleşim alanlarına en az üç kilometre uzaklıkta. Yerleşim alanlarına yakın santrallerde bu koku duyuluyor. 2021’de çıkan Çevre Bakanlığı mevzuatına göre bu gazı yok etmek zorundayız. Yanılmıyorsam ağustos ayında verilen süreler doluyor. Bu gazı nasıl bertaraf edebiliriz diye üniversitelerle çalışıyoruz. Bir yıla kadar hidrojen sülfür kokusundan halkımız kurtulmuş olacak.

Yasal eşiklerden de bahsetmek isterim: Bir saatte üretilen hidrojen sülfür 1 kilogramın altındaysa sorun yok; 1 ila 10 kilogramsa ölçüp Bakanlığa bildirme, 10 kilogramın üzerindeyse arıtma zorunluluğumuz var. Santrallerimizin yüzde 80’inde bu oran 10 kilogramın altında. Geri kalan yüzde 20’de de arıtma tesisi kurulacak.

Bir gazın içinde katı bir maddeye, mineral veya başka bir kimyasala rastlayamazsınız. Bir TÜBİTAK çalışması doğada sürekli bir karbondioksit çıkışı olduğunu söylüyor. 25 yılda çıkacak gaz, kuyularla beş yılda çıkıyor. Biz sadece süreci hızlandırıyoruz. Belki kısa vadede atmosferin kirlenmesine az da olsa katkımız var. Ama orta vadede, bizim atmosfere bıraktığımız hiçbir şey yok.

Santrallerde kullanılan ekipmanların ikinci el olduğu, sistemlerin tam çalışmadığı gibi iddialara ne dersiniz?

Kuyuları yaklaşık 3000-4000 metrede, on santim çapında boruyla delmeye çalışıyoruz. Mekanizmada kuş gözü kadar yıpranma olsa boruyu kopartır. Sondaj takımının ağırlığı 180 ton, basıncı vesairesiyle birlikte 250 ton, en ufak bir çatlakta kuyuyu kaybedersiniz. 4,5 milyon dolarlık bir emeği kaybetmek mi, yoksa iki yüz dolarlık bir boruyu ikinci el kullanmak mı? Biz riske girmeyiz, en ufak bir zedelenmede boruyu, 70-80 saat kullanılmış matkabı hurdaya ayırırız. 1 megavatlık santralin mekanik aksam maliyeti 1,5 milyon dolar. Bizleri finanse eden bankalar, bunlara danışmanlık yapan profesyonel kuruluşlar santral inşaatını başından sonuna kadar denetler.

Reenjeksiyon yapılmadığı iddialarını, akışkanın kanalizasyona verildiğine, tüten rögar kapaklarına dair görüntüleri nasıl açıklarsınız?

Eskiden evlere gelen 220 voltluk hattın, 700 kilovoltluk bir pompayı çevirmesi mümkün değildi. TEDAŞ’ın reenjeksiyonu basmamızı sağlayacak bir altyapısı yoktu. Kanuna göre kuyunun iç hacminin iki buçuk katı havuz yapmak, membranla kaplamak, sondajda kullandığınız çamuru ve akışkanı havuzda biriktirmek zorundaydınız. Havuzda su soğutulur, alıcı ortamlara bırakılırdı. 2011-12’de santral yatırımları başladıktan sonra, akışkan reenjeksiyon kuyularına basıldığı için bahsettiğiniz iddia ve görüntülere yol açan koşullar tamamen ortadan kalktı.

Menderes bölgesinde sivil toplum kuruluşlarıyla, yerel yönetimlerle, çevre hareketleriyle ilişkiniz ne durumda?

AYÇEP’ten (Aydın Çevre ve Kültür Platformu) defalarca randevu istedik, maalesef buluşamadık. Yerel televizyonlarda açık oturum yapalım çağrısında bulunduk; sadece Cumhuriyet gazetesi yazarlarından biriyle, bir program yaptık. Kendisine santralleri gezdirmeyi, Germencik’teki santrallere yakın İncir Araştırma Enstitüsü’ndeki yaklaşık yedi bin incir ağacında zarar var mı yok mu bakmayı teklif ettim, ama razı olmadı. Efeler Belediye Başkanı’na “Gelin şehrimizi jeotermalle ısıtalım” dedik, kabul etmedi. Sizin aracılığınızla da duyuruyorum. Aydın’da ilçesini ısıtmak isteyen belediye varsa sıcak suyu vermeye hazırız. Büyük sera yatırımı yapmak isteyen yatırımcı varsa, oteller varsa yardımcı olmaya hazırız.

Akademik çalışmalar, hidrojen sülfürün bitkilerin kuraklığa dayanımını, verimliliğini artırdığını ispat ediyor. Jeotermal santraller çatır çatır çalışırken 2020’de incir Cumhuriyet tarihinin üretim rekorlarını kırdı. Jeotermalin ispatlanmış hiçbir çevresel ve sağlık etkisi yok. Aydın’daki kanser vakaları Türkiye ortalamasının altında. En çok kanser vakası Efeler’de görülüyor, ama jeotermalin meme kanseri yapıcı bir etkisi yok. Aydın’da duyduğunuz çürük yumurta kokusu da jeotermal santrallerden değil, şehrin kanalizasyon sisteminden kaynaklanıyor. Şehir hurafelerinin ötesine geçmek gerekiyor. Dilek ve şikâyet hattı oluşturup duyurduk. Dört yılda santrali on dört kişi aramadı.

Aydın Mezeköy’de, Kızılcaköy’de JES’e karşı direnişler var. Halkın rızasını, onayını almak şirketler için önemli değil mi?

Mezeköy’deki yatırımcı, jeotermal sektörüne yeni giren, parti bağlantıları da fazla olan bir yatırımcı. Üyemiz değil. Bu yatırımcı kuyu yerlerini belirlemiş, “Yukarılarda arkadaşlarım var” demiş; bizimle yatırım nasıl yapılır, hangi yolları izleyelim gibi istişarelerde bulunmadan, bazı aklı evvellere uyarak arazinin tamamının kamulaştırılması için başvuruda bulunup kamulaştırmış. Bu yanlış yöntemi basın aracılığıyla sert bir dille eleştirdim. Biz şöyle yaparız: Üyelerimiz tarlaya gider, pazarlık yapar, çünkü ederinin çok üstünde para isterler. Parasını verir, alır. Neden böyle yaparız? Dört milyon dolara açılacak bir kuyunun arazisine ben 100 bin lira fazla versem, bana hiçbir şey yapmaz. Dört milyon iki bin dolar, dört milyon beş bin dolar yapar. Bu arazi maliyeti kuyu maliyetimizin yanında bindeli oranda kalır, çok da kendimize dert etmeyiz. Bizim hiçbir yatırımcımız bugüne kadar kamulaştırma yöntemine başvurmadı. Ancak devlet arazisine, meraya denk gelirse, zorunda kaldığımızda kamulaştırma için başvururuz. Diğerlerinin istisnasız yüzde 100’ü halkın rızasıyla alınmıştır. Biz 100 liralık araziye, 300-500 lira verip alırız, çünkü bu bizim toplam maliyetimizde esamesi olmayan bir paradır.

Kızılcaköy’dekiyse Aydın Büyükşehir Belediyesi ve Aydın Valiliği’nin uhdesinde olan bir ruhsat. İhalede koşulan şart şu: “Şehri ısıtacaksın, planladığımız 730 dönüm seraya sıcak su sağlayacaksın, sonra santrali yapacaksın.” Yatırımcımız bu araziyi köylünün rızasıyla satın alıyor, ama köylü eylem yaparak engelliyor. İhale bedeli 10 milyon doları verdi, çivi çakamadı. Serada 1200 kişi çalışacaktı. Tarladaki üretimin altı katı üretim yapılacaktı. İncirliova ilçesi jeotermal kuyularla ısınacaktı. Kızılcaköy’deki eylemlerin bilinçsizlikten yapıldığını düşünüyorum.

Biz sık sık boruların patladığını, incir bahçelerinin kuruduğunu duyuyoruz. Böyle bir durum yaşadınız mı?

Kazalar olabiliyor. Mesela bizim havuzdaki iki pompa da aynı anda bozulmuş, yan tarlaya sıcak su kaçmış. 100 bin liralık tarlaya 480 bin lira tazminat ödedim. Anlaşmaya çalıştım, mahkeme karar verdi. Temyiz etmedim. Halkın uğradığı her zararı istisnasız, fazlasıyla karşıladık. Bu zarar ziyanın bizim yatırımlarımızın içinde esamesi yok. Bu süreçte şunu öğrendik: Halka rağmen jeotermal yatırım yapamayız. Yaptırmazlar! Halk bize rıza gösterdiği sürece çalışabiliriz. Her santralimizde en az yüzde 20-25 oranında yerel halkı çalıştırmaya dikkat ederiz.

ÇED’i hem halk hem de özel sektör eleştiriyor, bu hususta ne söylemek istersiniz?

ÇED süreci yatırımı yaparken dikkat edeceğimiz hususları, neyi, nasıl yapacağımızı deklare ettiğimiz bir metin diyebiliriz. Yasa ve yönetmeliklere göre değerlendiriliyor, eksiği, yanlışı varsa düzeltiyoruz. Sorun, uygulama aşamasının denetlenmesinde. Halkın güvensizliği bize değil, ÇED süreçlerine uyulup uyulmadığını denetleyen devlete. STK’lar bizi denetleyebilir, hiçbir itirazımız yok.

Değişen mevzuata göre bir megavat santral yapsanız bile ÇED belgesi almak zorundasınız. Halkı bilgilendirme toplantısı yapmak zorundasınız. Bunu, süreci uzatma pahasına istedik. Sadece kuyuları açarken “ÇED gerekli değildir belgesi” alıyoruz. Kuyu sayısı ikiyi, kuyu kapasitesi 5 megavat sınırını geçtiğinde ÇED almak zorundasınız. Her şeyimiz açık. Kimseden gizlimiz saklımız yok. Yeter ki dinleyecek birileri olsun. Aydın halkını her gün otobüsle taşıyıp santral gezdirmeye hazırım. Yeter ki yanlış şeyler konuşmasınlar.