Çevre Adaleti Çerçevesinde Büyük Menderes Havzası

BÜLENT ŞIK

28 HAZİRAN 2023

Anadolu Yarımadası’nın güneybatısında yer alan Büyük Menderes Havzası, güneyde Batı Akdeniz ve Burdur, kuzeyde Gediz, doğuda Akarçay Havzaları ile çevrelenmiş ve Büyük Menderes Nehri ile sularını Ege Denizi’ne döken alanı kapsamaktadır. Afyonkarahisar ili Dinar ilçesi yakınlarında Suçıkan Mevkii’nde doğan Büyük Menderes Nehri, Afyonkarahisar’dan Işıklı ve Kufi, Uşak’tan Banaz, Denizli’den Çürüksu ve Gökpınar, Aydın ili sınırları içinde ise Akçay ve Karpuzlu çaylarını bünyesine katarak 584 kilometrelik yolculuğunu Söke ilçesi Dipburun Mevkii’nde Ege Denizi’ne dökülerek tamamlar. Türkiye’nin 25 havzasından biri olan Büyük Menderes Havzası 24.976 km2 yağış alanı büyüklüğü ile Türkiye yüzölçümünün yaklaşık yüzde 3,2’sini oluşturuyor.

On ili kısmen kapsayan havzada 2,5 milyon insan yaşıyor. Havza sınırları içerisinde Aydın’ın yüzde 95,11’i, Denizli’nin yüzde 70,32’si, Uşak’ın yüzde 67,87’si, Afyonkarahisar’ın yüzde 23,04’ü, Muğla’nın yüzde 19,71’i, İzmir’in yüzde 3,87’si, Isparta’nın yüzde 1,68’i, Burdur’un yüzde 0,62’si, Kütahya’nın yüzde 0,07’si ve Manisa’nın yüzde 0,03’ü yer alır.[1]

Mekanda Adalet Derneği (MAD) ve Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (BAYETAV) işbirliğiyle gerçekleştirilen Büyük Menderes Havza çalışmasının çevre adaleti, gıda güvencesi ve güvenliği ile halk sağlığı çalışmalarına katkı sunacağını umuyoruz. Çalışmada havza sınırları içinde en büyük alanı olan Aydın, Denizli ve Uşak illerindeki madencilik ve jeotermal enerji yatırımları odağında yöre sakinlerinin yaşadıklarını kayda geçirmeye, yıkımın, mülksüzleştirmenin, kirletmenin ve sadece insan değil, diğer canlıların da yaşam alanlarını daraltmanın, susuz ve nefessiz bırakmanın yol açtığı-açacağı meselelere dikkat çekmeye çalıştık. Uşak ili Eşme ilçesinde dünyanın ikinci büyük kanyonlarından biri olan Ulubey kanyonu civarında bulunan altın madeninin yol açtığı sorunları inceleyerek başlayan çalışmamız, Denizli ilindeki açık linyit madenine ve oradan da Aydın ili geneline bir salgın gibi yayılan jeotermal enerji yatırımlarının yol açtığı sorunlara uzanıyor ve Büyük Menderes Nehri’nin denize döküldüğü yer olan Söke’de son buluyor.

Büyük Menderes grabeninin çökmesiyle oluşan “Ulubey Kanyonu” yer yer 140 ila 170 metre derinliğe ulaşırken, zemininden de Dokuzsele Çayı geçiyor. Kirli bir çay olduğu kanyonun yukarısından bile anlaşılabiliyor. Deri ve tekstil sanayisi atıklarıyla, kentsel atıkların boşaltıldığı Dokuzsele Çayı daha Uşak ilinin içinden geçerken kirletiliyor. Kanyona, su kenarına inildiğinde koyu renkli, köpüklü ve kötü kokulu bir akarsu ile karşılaşıyorsunuz.

2020 yılı TÜİK rakamlarına göre, Türkiye’de kanalizasyon şebekesinden deşarj edilen 5 milyar m3 atık suyun yüzde 50,7’sine gelişmiş, yüzde 27,1’ine biyolojik, yüzde 21,9’una fiziksel ve yüzde 0,3’üne doğal arıtma uygulanabiliyor. Arıtılan atık suların yüzde 46,4’ü akarsuya, yüzde 42,8’i denize, yüzde 3’ü baraja, yüzde 1,2’si göl-gölete, yüzde 0,3’ü araziye ve yüzde 6,2’si diğer alıcı ortamlara deşarj ediliyor. Belediyeler tarafından arıtılan atık suyun sadece yüzde 1,6’sının sanayi, tarımsal sulama vb. alanlarda yeniden kullanıldığı belirtiliyor.[2] Endüstriyel, kentsel ve tarımsal üretimden açığa çıkan kirleticilerin su varlıklarına ne ölçüde bulaştığı ise tam olarak bilinmiyor.

Dokuzsele Çayı kanyonun bitişine yakın bir yerde Banaz Çayı’na karışıyor ve Uşak’tan gelen kirlilik Menderes’e taşınıyor. Denizli ilindeki deri ve tekstil endüstrilerinin atıklarıyla, kentsel atıklar Çürüksu ve Dandalaz çayları ile Menderes Nehri’ne aktarılıyor. Havzada Aydın ilinde çok yoğun olan jeotermal santraller ve ılıcalar da diğer önemli kirlilik kaynaklarını oluşturuyor. Bütün bunlara tarımda kullanılan kimyasal maddelerden kaynaklanan kirliliği de eklemeli.

Organik ve inorganik kökenli yüzlerce kimyasal madde Büyük Menderes Nehri’ni bir atık kanalına dönüştürmüş durumda.

Kirliliğin siyaha çalan görünümü, köpüklenme ve kötü koku Menderes Nehri boyunca genelde karşımıza çıkıyor. Genelde diyorum, çünkü Denizli’deki tekstil endüstrisinde kullanılan boyaların rengine bağlı olarak zaman zaman nehrin farklı renklere de büründüğü dile getiriliyor: “Bazen pembe ya da kırmızı akar bu nehir.” Ölümün rengi sadece siyah olarak belirmiyor demek ki…

Siyanürle altın elde edilmesine dayalı madencilik çalışmalarında siyanür havuzundan gerçekleşecek bir sızmanın ciddi bir kirliliğe yol açacağı kesindir. Ancak herhangi bir sızıntı olmasa bile, madencilik faaliyetlerinin yol açtığı tahribatın olumsuz etkilerinin zamanla daha fazla görüleceği aşikârdır.[3] Bu konuda çeşitli ülkelerde gözlenen sorunlar meselenin ciddiyetini ortaya koymaktadır. Son 25-30 yıl içinde, Amerika, Kanada, Avustralya ve Avrupa kökenli altın madenciliği şirketleri faaliyetlerini ağırlıklı olarak çevresel kontrolün ve çalışma düzenlemelerinin daha gevşek ya da zayıf olduğu ülkelere kaydırdı. Örneğin Kanadalı firmaların dokuz Latin Amerika ülkesindeki madencilik faaliyetleri çok ciddi toplumsal ve çevresel zararlara neden oluyor.[4]

Jeotermal enerji üretiminde yeraltından çekilen akışkan, enerji üretiminde kullanıldıktan sonra açığa çıkan atık su, metal içeriği açısından zengindir ve yüksek sıcaklıktadır. Belirli kirleticilerden arsenik (As), bor (B), florür (F) ve silisyum (Si) jeotermal sularda bir arada bulunan elementlerdir. Elektrik santrallerinde, jeotermal atık suyun yeraltından alındığı noktaya reenjeksiyonu bir zorunluluktur ve bu işlemin sağlanması için enjeksiyon kuyularının inşası, işletimi ve bakımı gerekmektedir. Ancak Aydın’da Menderes’in, yerüstü ve yeraltı sularının en önemli kirleticileri arasında, yeraltından çıkarılan, ama geri enjekte edilmeyen jeotermal akışkanları yer almakta. Bu akışkanlar pek çok toksik ve kanserojen kimyasalları içermektedir. Yapılan çalışmalarda Aydın bölgesi jeotermal akışkanlarında bor normalin 190, arsenik 250 katına varan değerde tespit edilmiştir. Dokuz Eylül Üniversitesi tarafından yapılan bir çalışmada akışkanların yüzeysel sularda arsenik, bor, lityum kirlenmesine neden olduğu tespit edilmiştir.[5]

Büyük Menderes Havzası boyunca karşımıza çıkan kirlilik sorununun en fazla problem oluşturduğu bölgelerden biri nehrin denize döküldüğü yeri de kapsayan Söke Ovası. Aydın Tabip Odası’nın yaptığı bir açıklamada Büyük Menderes Nehri’nin taşıdığı kirlilik yükünün zaman zaman gerçekleşen taşkınlarla Söke Ovası’na bulaştığı ve ovadaki toprak, su ve havanın kirletildiği belirtilmiştir. Açıklamada bu kirliliğin başta kanser olmak üzere çeşitli hastalıkların görülme sıklığını artırdığı da vurgulanmıştır.[6]

Uşak, Denizli ve Aydın illerinin toplam nüfusu 2,5 milyon, 18 yaş altı çocuk sayısı ise yaklaşık 500 bin civarında. Çocuk nüfusunun 225 bini 14 yaş altında.

Nörobilim, biyoloji ve erken çocukluk gelişimi alanlarındaki son araştırmalar, bir kadının hamileliği ile çocuğun ikinci doğum günü arasındaki bin gün içinde beslenmenin, sosyal ilişkilerin ve çevresel ortamların (çocukların bedenini çepeçevre saran her şey) bir çocuğun geleceği ya da ileri yaşlarındaki sağlığı üzerinde çok büyük bir önem taşıdığını gösteriyor.[7]

Bu ifadeyi netleştirmek için bir kez daha vurgulamak istiyorum: Çocuklarda anne karnındaki dönem de dahil olmak üzere hayatın ilk bin gününde sağlıklı bir çevresel ortamda yaşamak ve sağlıklı beslenmek hayatın başka hiçbir döneminde olmadığı kadar büyük bir önem taşıyor.

Esasen bu, az ya da çok hepimizin bildiği bir şeydi. Ancak ne kadar önemli ve belirleyici olduğu giderek daha fazla kesinlik kazanıyor.

Anne karnındaki dönem ile bebeklik ve erken çocukluk döneminde içinde olduğumuz şartlar hayatımızın bütününe damga vuruyor. Bu dönem hayatımızın daha sonraki dönemlerinde açığa çıkabilecek çeşitli sağlık sorunlarının yanı sıra, nörolojik ve bilişsel gelişimimizi de büyük ölçüde şekillendiriyor. Örneğin bu dönemde yetersiz beslenmenin ya da toksik kimyasallara maruz kalmanın bir çocuğun beyin gelişimi üzerindeki etkileri çok derin ve kalıcı olabiliyor. Bu nedenle, çocukların ilk bin gününde büyüme ve gelişme için ihtiyaç duydukları beslenme desteğini sağlamak, özellikle de bu destekten yoksun olan toplumsal kesimler için çok önemli.

Bu konuda neler yapılması gerektiğini tartışmak gerekiyor.

Çocukların sağlıklı büyümesi ve gelişmesi için iki yaşından sonraki yıllar da önemli şüphesiz, ancak ilk bin gün son derece önemli. Bu dönemde içinde olduğumuz şartların, yaşadığımız deneyimlerin beyin gelişimi üzerinde büyük bir etkisi var.

Hayatın ilk bin günü, çocuk sağlığını koruyucu yaklaşımların, sağlıklı beslenme ile ilgili tartışmaların, gıda güvenliği, çevre sağlığı ve eğitim politikaları başta olmak üzere tüm kamusal politikaların odak noktasında yer almalı.

Ekonomik, teknolojik ve sağlıkla ilgili gelişmelerin çeşitli yararlı etkileri olmakla birlikte küresel ölçekte seyreden toksik madde kirliliği, iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı gibi ciddi sorunlara da yol açtı. Bunlara ek olarak, sömürü, çatışma, savaş gibi etkileri belirli bir coğrafya ile sınırlı kalmayan kadim sorunlar da var…

Bu sorunların, bireysel ölçekte baktığımızda sağlığın ve refahın korunmasında önemli bir rol oynayan vücut mikrobiyomlarımızın bileşimindeki değişikliklerden başlayıp, sosyal adaletsizliklerin ve eşitsizliklerin daha da derinleşmesine kadar uzanan geniş ölçekli etkileri olduğu söylenebilir.

Hızla değişen sosyal, çevresel ve ekolojik bağlamdan kaynaklanan karmaşık sorunları yeni bir bakış açısıyla ele almamız gerektiğini düşünüyorum. Bu sorunlar mevcut siyaset yapma tarzı, geleneksel gıda ve sağlık politikaları ya da öznesi belirsiz hizmet odaklı yaklaşımlarla çözülemez.

Çözüme yönelik çalışmalarda, siyasal programlarda, kamusal hedeflerde çocukları bir numaralı politik özne olarak gören, tartışmalara dahil eden, kamusal politikaların odak noktasına koyan yeni bir bakış açısına çok büyük bir ihtiyaç var. Esasen sağlıklı bir nesilden, toplumun devamlılığından ya da yeryüzündeki hayatın geleceğinden söz ediyorsak, çocukları kamusal politikalara dahil etmemiz bir süre sonra bir tercih olmaktan çıkıp bir zorunluluk hâline dönüşecek. Ancak büyük bir olasılıkla geç kalmış olacağız. Büyük Menderes Havzası boyunca karşımıza çıkan mülksüzleştirmenin, kamu refahını dikkate almayan bir bürokratik yönetim ve hukuk anlayışının, kimyasal kirliliğin ve diğer ekolojik sorunların doğuracağı kriz hâlinin gelecekte açığa çıkacak bir kriz değil, şu an karşı karşıya olduğumuz, çocuklarımızın hayatını derinden etkileyen ve tehdit eden bir kriz olduğunu fark etmek çok önemli. Bu krizin çözümü için hâlâ yapılabilecek bir şeyler ve yeterli zamanımız var. Geç kalmayalım…

[1] Tarım ve Orman Bakanlığı, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü (2019). Büyük Menderes Havzası Taşkın Yönetim Planı. www.tarimorman.gov.tr (Erişim tarihi: 28.06.2023)

[2] TÜİK (2021, 16 Aralık). Su ve Atıksu İstatistikleri, 2020, data.tuik.gov.tr (Erişim tarihi: 28.06.2023)

[3] Şık, B. (2022, 5 Temmuz). “İliç Altın Madenindeki siyanür sızıntısı üzerine birlikte düşünmek”. Bianet. bianet.org (Erişim tarihi: 28.06.2023)

[4] Hill, D. (2014, 14 Mayıs). “Canadian mining doing serious environmental harm, the IACHR is told”. The Guardian. theguardian.com (Erişim tarihi: 28.06.2023)

[5] Mansuroğlu, S. (2016, 1 Mart). “Aydın’ı yok oluşa sürükleyen 12 çevre felaketi: Efelerin çığlığı”. Birgün. birgun.net (Erişim tarihi: 28.06.2023)

[6] Aydın Tabip Odası (t.y.). “Aydın’da kanser ve çevre kirliliği artışı devam etmekte”. aydintabipodasi.org.tr  (Erişim tarihi: 28.06.2023)

[7] Şık, B. (2022, 25 Ekim). “Çocuklar ve kamusal politikalarımız I: Yaşamın ilk bin günü”. Bianet. bianet.org  (Erişim tarihi: 28.06.2023)