5 Şubat 2023
2014 yılında Uşaklı ve Ulubeyli yaşam savunucularının kurduğu ÇEDAY (Ulubey İlçesi Çevre ve Doğal Yaşamı Koruma Derneği), Uşak’ın Ulubey ilçesinde topraklarına, sularına sahip çıkma mücadelesi yürütüyor. Ulubey Kanyonu Tabiat Parkı’nda görüştüğümüz dernek üyesi Arslan Civan, bize Ulubey’in ekolojik dengeye kavuşturulması için uğraştıklarını, kirletici unsurları ifşa etmeye çalıştıklarını anlattı.
Bize Ulubey’den bahseder misiniz?
60’lı, 70’li yıllarda Ulubey kendi yağıyla kavrulan, refah düzeyi yüksek bir ilçeydi. Bağlar, bahçeler refah göstergesiydi. Burada başlayan kirlilik Denizli’de, Aydın’da bir miktar daha üzerine koyuyor, katlanarak devam ediyor; Büyük Menderes’i bitiriyor.
Bu bölgede narenciye dışında her türlü ürün yaz kış yetiştirilirdi. Hayvansal gübre dışında hiçbir şekilde ilaç, zehir kullanılmazdı. Neoliberalizm Türkiye’ye iyice kök salmaya başladığında Uşak’ta işler değişti. Deri sanayisi İzmir’den, İstanbul’dan Uşak’a taşındı. Bütün atıklar yerel halkın Pınardere olarak adlandırdığı Dokuzsele Çayı’na ve bu topraklara akmaya başladı. Tarımsal faaliyetler tamamen durdu.
Uşak Organize Sanayi’de deri, tekstil, geri dönüşüm sektörleri, diğer sanayi kuruluşları var. Toplumsal baskıların sonucunda arıtma tesisleri yapılmış, ama hem nitelik hem nicelik olarak yetersiz. Gözden uzak bu sanayi tesisleri geceleri, haftasonları atıklarını rahatlıkla atabiliyorlar. Ne yerel idare ne de politik unsurlar bunların üzerinde herhangi bir etki gösterebiliyor. Biz sesimizi fazla çıkardığımızda tehditlerle karşı karşıya kalabiliyoruz.
Kim tehdit ediyor?
Deri sanayicilerinden tehdit aldık. Tehdit edilenlerden biri eski belediye başkanımız, derneğimizin yönetim kurulu üyesi Yaşar Cebeci. Yerel bir televizyon programında “Fazla uzatmayın! Gerekirse bütün derelerinizi satın alırız!” diye tehdit ettiler.
Sözünü ettiğiniz bahçeler nerede?
Dokuzsele Çayı’nın her iki tarafında. Bin dönüm arazi var burada. Asırlık çınarlar, ceviz ağaçları kurudu. Bazı insanlar ağaçları görünce yanılgıya düşebiliyor: “Bak işte bir sürü ağaç var, kurumamış” diyebiliyor. Oysa doğa kendini yenileyebiliyor, bulunduğu ortama adapte olabiliyor. Orada var olan ağaçlar da köklerini Çay’dan değil, bahçe tarafına vererek kendilerini kurtarmış. Ağaçlar, çalılıklar bile direniyor, ama insanlarımız ne yazık ki direnmeyi bırakmışlar.
Ulubey’de hemen herkesin bahçesi vardı anlaşılan.
Arazisi olmayana kız vermezlerdi. “Nereden geçimini sağlayacak?” derlerdi. Yazın bu bahçelerdeki damlarda insanlar aylarca kalırdı. Düğünler yapılırdı. Bu akarsuda inanılmaz bir balık çeşitliliği vardı. Yılanbalıkları, lüferler… Akarsuda yüzerken suyunu içerdik, o kadar temizdi. Elimizle balık avlardık. Balık ayrıca bir geçim aracıydı.
Dokuzsele Çayı’nın yarattığı sosyokültürel ortam tamamen ortadan kalktı mı?
Maalesef! Ekip biçemez hâle geldikten sonra insanlar ellerini ayaklarını topraktan çektiler. Topraklarıyla birlikte kendilerine de yabancılaştılar. “Derneğe katılırsam başıma bir şey gelir. Bir şeylere itiraz edersem çocuğumun işine son verilebilir” gibi endişeler içerisindeler. Bu yüzden yabancılaşmayı kırmak, toplumsal mücadele vermek son derece güç.
Sular analiz ediliyor mu?
Biz Uşak İl Sağlık Müdürlüğü’nde, beş kilometre öteden aldığımız bir örneğin ölçümünü yaptırdık. Sadece bizim yaptırdıklarımızda değil, Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü’nün DSİ’ye yaptırdığı düzenli ölçümlerin hepsinde su dördüncü sınıf su[1] değerinde.
Banaz Çayı, Dokuzsele tarafına kıyasla çok temiz görünüyor.
Avganlı köylüler, Avgan Banaz Çayı Yaşatma Derneği (AVÇAY) müthiş bir mücadele verdiler derelerinin kurtarılması için. Kadını, çoluğu çocuğu, genci… Toplumsal muhalefet çok güçlü bir şekilde harekete geçti. Son yıllarda gördüğüm en kitlesel çevre hareketlerinden birisiydi. O bize büyük güç, moral verdi. Burada tatlısu canlıları var. Buradan bahçelere su sağlanabiliyor. Banaz Çayı yakınındaki ağaçlar ve insanlar Dokuzsele’dekilere nazaran çok daha sağlıklı. Bu çok mutluluk verici. Büyük bir değer bu.
Yerel yönetimlerin yaklaşımı nasıl?
Uşak Belediyesi’nin çok yetersiz bir arıtma tesisi var. Bize yeni tesis sözü verilmişti; hem biyolojik hem kimyasal arıtma yapılacaktı. Üç yıl geçti, ses yok. Belediye başkanıyla görüştüğümüzde, “Paramız yok, arıtma tesisini yapamıyoruz” dedi. Biz de dedik ki, “Sayın Başkanım, laleli sokak lambalarından ikişer, üçer bin lira tasarruf etseydiniz de arıtmaya yatırım yapsaydınız”. Uşak Belediyesi’nin çevre konularında son derece zayıf kaldığını, inisiyatif göstermediğini, böyle bir niyetinin olmadığını, tercihlerinin farklı yönde olduğunu görüyoruz. Bu çok üzücü.
Bölgedeki hastalıklara dair veriler var mı?
Kanser vakalarına, ölümlere ve nedenlerine dair Sağlık Bakanlığı’nın tutmuş olduğu bir istatistik yok. Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nin yapmış olduğu bir araştırmada Uşak ve çevresinde, özellikle Ulubey’de kanser vakalarının Türkiye’nin iki katı olduğu belirtildi. Ulubey’de obezite, şeker, damar, kalp hastalıkları, kanserden ölümler çok yaygın.
Bölgedeki hayvanlarla ilgili gözlemleriniz nedir?
Serçe, karga, kumru dışında kuş kalmadı. Kartallar, akbabalar, kurtlar, çakallar gelip ortalığa bırakılan leşi yok ederlerdi. Akbabalar kanatlarını açtığında korkutucu düzeydi. Annelerimiz, babalarımız uyarırdı: “Kartallar çocukları alıp gidiyorlar!” Domuz da vardı, ama bu kadar istilacı değildi, şimdiki gibi bahçelere falan zarar vermiyordu. Güvercinlik dediğimiz kayalıktan güvercinler bir kalkardı, bulut gibiydi, çok güzeldi. Ne bizim kerkenek dediğimiz kuşumuz kaldı, ne güvercin, ne baykuş! Bir zamanlar keklik sesinden geçilmezdi buralar.
Öyle güzel bir bölgede yaşıyoruz ki! Külçen Köyü ile Algan Köyü arasında bence dünyanın en güzel kavunları yetişir. Avgan, Emekse, Hasköy, Bekilli, Çal bir şarap havzası. Blaundus kazılarında çalışan bir hocamız üzüm işletmeciliğinin binlerce yıldır yapıldığını, iki bin yıldır şarap festivallerinin düzenlendiğini anlatmıştı. Yani sadece doğayı değil, bu topraklarda yaratılan kültürleri de yok ediyoruz. İnsan olma niteliğimizi de yitiriyoruz.
Çakır Ahmet Amcamız vardı, 97 yaşında vefat etti. “Yedi çocuğumu Burçakçı Deresi’nden büyüttüm, okuttum” diye ağlayarak anlatırdı. Bugün burada hiçbir canlıya, hatta sivrisineğe bile rastlamak mümkün değil. Sürekli bir koku var. Koku akşam saatlerinde ta Ulusoy’a kadar ulaşıyor.
Yürüttüğünüz mücadele nasıl karşılık buluyor?
Ben 2012’de Türkiye’ye döndüm. Çocukluğumun geçtiği, hayatımın şekillendiği yerin içler acısı hâlini görünce bir şeyler yapılması gerektiğini düşündüm. Arkadaşlarımla bu işin üstesinden ancak örgütlü bir mücadeleyle gelebiliriz diye düşündük. ÇEDAY hayata geçtiğinde, “Solcular memleketi karıştırmak istiyorlar” söylentileri çıktı. Biz haksızlıkları dile getirmeye çalıştık. Bildiriler yazdık, gazete çıkardık, dağıttık; imza kampanyaları, paneller, geceler düzenledik. Uşak-Ulubey arasında yol genişletme çalışmaları yapılırken ona yakın kişi öldü. Gerekli önlemler alınsın diye bir imza kampanyası düzenledik. İnsanlar duyarlılık gösterdiğimiz için bizi tebrik etti, derneğimize üye oldular. Su tahlillerinin sonuçlarını halkımızla paylaştık. Derneğimizin üyeleri arasında AKP’li, MHP’li, CHP’li, Saadet Partili insanlar var. Bölgenin sorunlarını birlikte dile getirmeye çalıştık. Özellikle Uşak CHP Milletvekili Özkan Yalım duyarlılık gösterdi. Fakat AKP’li milletvekilleri çağrılarımıza karşılık vermedi; etkinliklerimize, eylemlerimize, toplantılarımıza katılmadılar. Ulubey kökenli oldukları için Ulubey konusunda daha duyarlı olabileceklerini düşünmüştük, ama yanılmışız. Uşak Milletvekili Mehmet Altay, bırakın yardım etmeyi, yaptığımızı işlere ket vurmak için elinden geleni ardına koymadı.
Aynı zamanda Büyük Menderes İnisiyatifi’ndensiniz, değil mi?
Evet. Biz dernek olarak Ege’nin ender temiz akarsularından Banaz Çayı’nı kirletmeye başladıklarında, son derece hassas davranıp, ânında müdahale ederek çayın kirlenmesini engelledik. Avgan’da 1500 kişilik bir miting yaptık. Valinin ve alay komutanının karşı çıkmasına rağmen Uşak’ta kitlesel bir yürüyüş yaptık. Daha sonra Denizli’den tanıdığım arkadaşlar bizimle ilişkiye geçti. Denizli’de hiçbir çevre hareketi yoktu. Hareketlerin böyle bölük pörçük olmasının sağlıklı olmadığını fark ettik. “Uşak Ulubey’deki mücadelemizi Denizli’deki, Aydın’daki mücadeleyle birleştirelim, ortak bir platform kuralım” dedik, Büyük Menderes İnisiyatifi oluştu. Afyon’dan, Çivril’den de katılım oldu. İlk ortak toplantımızı Ulubey’de yaptık; toplantıdan sonra iyi bir yerel katılımla bir yürüyüş düzenledik. İnisiyatif olarak topladığımız imzaları Meclis’e götürdük. Meclis’te grup başkan vekilleri ve milletvekilleriyle görüştük.
Uşak’ta Murat Dağı’nın madenciliğe açılması konusu gündeme gelince Murat Dağı Platformu’nu kurduk. AKP’li bir belediye olmasına rağmen Uşak Belediyesi, Gediz Belediyesi, Kütahya Belediyesi, Eskişehir Belediyesi mahkemeye gidildiğinde müdahil oldular. Davayı biz kazandık. Maden arama çalışmaları iptal edildi. Murat Dağı Platformu olarak Murat Dağı’nın madencilik faaliyetlerinden tamamen muaf tutulması için çalışıyoruz.
Zamanla mücadele çok geniş bir alana yayıldı. Büyük Menderes Havzası’ndaki bütün çevre oluşumlarını kapsamaya çalıştık. Kuşadası’ndan, Didim’den, İzmir’den, Muğla’dan arkadaşlarımız var. Alaşehir, Salihli, Sarıgöl, Turgutlu’da da yeni oluşumlar var, ancak ne yazık ki Manisa bölgesindeki örgütlülük Yukarı ve Aşağı Menderes Havzası’ndaki kadar güçlü değil.
KIŞLADAĞ ALTIN MADENİ BÖLGEYİ SUSUZ BIRAKTI
Kanadalı Tüprag’ın Uşak’ın Eşme ilçesinde 2006’dan bu yana işlettiği Kışladağ Altın Madeni, Türkiye’nin en büyük açık ocak altın madeni. Aynı şirkete ait olan İzmir Efemçukuru’ndaki kapalı ocaktan çıkarılan cevher de siyanürle ayrıştırma için Kışladağ’a taşınıyor. Arslan Civan, madenin faaliyetinin bölgenin su kaynaklarına etkisini anlattı:
Bizimki de dahil, beş nehrin ve bölgedeki yeraltı sularının kaynağı Murat Dağı’dır. Kışladağ Altın Madeni için, su kaynaklarının en bol olduğu yere yedi kuyu kazdılar. Her kuyu saniyede 700 litre su basıyor. 200 bin nüfuslu Uşak’ın bir günde kullandığı suyu altın madeninde bir çırpıda tüketiyorlar. Son zamanlarda kar, yağmur yağışları azaldı, kuraklık var. Uşak Belediyesi su sıkıntısı karşısında ne yapacağını şaşırdı. Geçici çözüm için 17 kuyu kazdı, hiçbirinden su çıkmadı. Beş-on metreden su çıkan, bahçecilik yapılan tarımsal alanlar yapılaşmaya açıldı. Birgün gazetesinde, Gedikler Köyü’nün suyunun madenden dolayı kesildiği haberi yapıldı.[2] Kaymakamlık, valilik, Tüprag alelacele bir araya gelip palyatif bir çözümle, Gedikler, Çardak gibi köylere cüzi bir miktarda su sağladılar.
DSİ ve Çevre Şehircilik’te çalışan memurlar ağızlarından kaçırdılar. “Eşme bölgesinde Gedikler’de, Karacaahmet’te açılan su kuyularında arsenik oranı en az yüzde 70” dediler. Bu korkunç bir rakam! Oralardaki insanlar zehirli su içiyor, maalesef. Yüksek miktarda nitrat toprağa karışıyor. Kışladağ Altın Madeni nedeniyle nelere maruz bırakıldığımız konusuysa tam bir muamma. İnsanları aydınlatan hiçbir kurum yok. Altın madeni çevresinde kazılan iki kilometre çapında, 400 metre derinlikteki o çukurda bir felaketin yaşandığını görüyoruz. Zehirler buradan ta Denizli’ye, Aydın’a kadar gidiyor. Aşağı Menderes’te durum daha felaket. Dünyanın en nadide topraklarından bahsediyoruz. Şuradaki dağın arkasındaki ekosistem ile buradakinin ekosistemi çok farklı. Farklı farklı kekik türü yetişir. Bu mikro ekosistemler bozulmuş vaziyette.
[1] Eski yönetmelikteki sınıflandırmaya göre, sınıf I, yüksek kaliteli su; sınıf II, az kirlenmiş su; sınıf III, kirli su; sınıf IV, çok kirlenmiş su.
[2] Karadağ, A. ve Sağol, B. (2022, 28 Mart). “Bir damla suya muhtaç kaldılar”. Birgün. birgun.net/haber/bir-damla-suya-muhtac-kaldilar-381986 (Erişim tarihi: 5.2.2023)