“Burası Bizim Doğduğumuz ve Doyduğumuz Yer”

29 NİSAN 2023

Germencik Aydın Çevre ve Doğa Derneği (GERÇED), 2014’te yedi üyeyle kurulmuş. Şu anda 300’ün üzerinde üyesi bulunan derneğin başkanı Halil Çetinkaya, aynı zamanda JES’lerin neden olduğu çevre tahribatını birinci elden deneyimleyen bir çiftçi. Çetinkaya bize GERÇED’in çalışmalarını anlattı.

Derneğinizden bahsedebilir misiniz?

GERÇED’i Aydın’da başlayan jeotermal tahribata karşı kurduk. Jeotermal usulüne uygun üretildiği zaman iyi bir enerji, ısınma kaynağı. Bize de ilk başlarda temiz ve yenilenebilir enerji olduğunu anlattılar. Ama gelinen noktada hiç de bize anlatıldığı gibi olmadığını öğrendik; doğadaki tahribatı, kıyımı gördük. Biz bu talana karşı durmak, mücadele etmek için derneğimizi kurduk. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan Aydın Sarılop incirin devamını sağlamak için mücadele ediyoruz.

Ege Bölgesi ve hatta Türkiye’nin büyük bir çoğunluğu jeotermal kaynaklarla daha ucuza, daha temiz bir şekilde ısınabilir. Oysa zehir, kirlilik gibi zararlarına maruz kalan halkımız ne yazık ki jeotermalden en küçük bir menfaat sağlamıyor. Jeotermal kaynaklar halkın emrine sunulmalı, kamulaştırmalı. Santraller, devlet eliyle, yeterli ve sınırlı sayıda işletilmeli, fazlası kapatılmalı. Biz dernek olarak bunun mücadelesini veriyoruz.

Büyük Menderes Nehri’ni kirleten etkenler neler?

Menderes Nehri, Dinar Suçıkan’dan başlayan 584 kilometre uzunluğunda bir nehir. Menderes Havzası’na yüzyıllardır canlılık veren bir yaşam kaynağı. Luviler, Persler, Yunanlar yaşamış; bize tertemiz teslim etmişler. Biz maalesef bu hâle getirdik. Ben Menderes Nehri’nin kirlenmesini dört ana başlıkta değerlendiriyorum. Birincisi organize sanayi bölgelerinden (OSB) kaynaklı endüstriyel kirlilik. İkincisi evsel atıkların yarattığı kirlilik. Üçüncüsü bilinçsiz ve denetimsiz bir şekilde yapılan tarımsal faaliyetlerin yarattığı kirlilik. Dördüncüsü de son 20 yılda Aydın bölgesinde mantar gibi biten jeotermal kirlilik. Arıtma sistemleri yok, varsa da çalıştırılmıyor. Maliyetli olduğu için yönetmeliğe uygun reenjeksiyon yapmıyorlar. Akışkanları aldıkları noktaya değil, daha sığ yüzeylere reenjekte ediyorlar. Yeraltı sularında, toprakta kirlenme Aydın’da, Menderes Havzası’nda had safhada. Gidişat çok kötü. Bu gidişe bir dur denmeli!

Santrallerin, kuyuların ve iletim borularının yerleşimlere çok yakın olduğu yerler var.

Hıdırbeyli’de, Germencik’te, Pamukören’de yerleşim yerlerinin kenarlarında santraller var. O da yetmiyor, jeotermal borular neredeyse evlerin içinden geçiyor. Aydın birinci derecede deprem bölgesi. Burada 7’nin üstü şiddette bir deprem olduğunu, devasa jeotermal boruların içinden geçen 220 derecelik suyun dışarıya boşaldığını düşünelim. İnsanlar burada haşlanır. Döşenen boruların, borularda yapılan eklemelerin ne kadar sağlam oldukları apayrı bir konu. Hâl böyleyken, insanlar burada resmen bir bombanın üzerinde yaşıyor.

Hukuki mücadelenizden bahsedebilir misiniz?

Jeotermal yasasında diyor ki, birinci sınıf tarım alanlarında jeotermal santral kurulamaz. Zeytin Yasası’na göre toz duman, kimyasal madde çıkaran hiçbir sanayi işletmesi zeytinliklerin üç kilometre yakınına kurulamaz. Buna rağmen yönetmeliklere, yasalara aykırı bir şekilde binlerce, on binlerce zeytin ağacı köklenip gömülerek bu alanların göbeğine jeotermal santraller kuruldu. Biz bu durumu yargıya götürüyoruz. Yargının bizi haklı bulduğu, kazandığımız davalar var. Devam eden davalarımız da var.

On iki dava açtık. Dört santralin kurulmasına engel olduk. Maalesef ülkemizde hukuki mücadele yapmak masraflı bir iş. Büyük meblağlar gerektiriyor. Derneğimizin hiçbir geliri yok. Biz bu davaların bedelini çocuğumuzun rızkından keserek karşılıyoruz veya bizi seven, bize güvenen yardımseverlerden bağış alıyoruz.

Şirketlerle ilişkiniz nasıl?

Şirketlerle pek çok kere davalık olduk. Alan çalışmalarında yüz yüze geldiğimiz oluyor. Mücadelemiz sayesinde, biraz azaldı şikâyet konusu durumlar. Yine de akışkanlarını kanalizasyonlara bırakıyorlar. Kanalizasyon kapaklarından buhar çıkıyor. Maalesef şirket yetkilileri bizim karşımıza geçip iki kelime edemiyorlar. Genelde bizden kaçıyorlar.

Şirket sahipleri jeotermalin bölgenin zenginliği için, mesela seralarda kullanılabileceğini söylüyorlar.

Seracılık, iklim koşulları uygun olmayan bir coğrafyada suni iklim koşulu oluşturularak yapılır. Şimdi bu coğrafyada dört mevsim doğal üretim varken siz kalkar da “ben jeotermal seracılık yapacağım, serada muz, avakado yetiştireceğim” derseniz gülünç olursunuz. Bizim burada seraya ihtiyacımız yok ki! Dünyanın en verimli toprakları burası. Biz burada mısır, pamuk, incir, zeytin, buğday, arpa, karpuz, narenciye, yani her şeyi doğal yetiştiriyoruz. Bu serayı Denizli’den öbür tarafta, bozkırda yaparsanız onu kabul edebilirim.

İşin bir başka yönü de, 2007’de çıkan jeotermal yasasıyla jeotermal şirketleri su kaynaklarını tamamen ellerine almışlar. Burada isterlerse adama tatlı su sondajı bile yaptırmayabilirler. Lafın kısası, seracılık yapılsa bile burada bunu halk yapmayacak, yapamayacak, şirketler yapacak.

Önümüzdeki süreçte dünyamızda gıda ve su krizi en büyük savaş nedeni olacak. Gıda ve temiz suyu elinde tutabilen toplumlar dünyanın söz sahibi toplumları olacak. Bu yüzden bu şirketler bu toprakları elinde tutmaya, tarımı, seracılığı kendileri yapmaya çalışıyorlar burada. Maalesef Aydın toprakları, Ege toprakları, Türkiye toprakları küresel sermayenin saldırısı altında.

Dernek olarak başka hangi faaliyetlerde bulundunuz?

Germencik’te pek çok miting, yürüyüş yaptık. Sivil toplum kuruluşları, çevreciler, hassasiyet gösteren insanlarımız Kuşadası’ndan, İzmir’den, Aydın’dan, Denizli’den geldiler, desteklediler. Bu desteği biz halkımızdan maalesef göremedik. Biz yürüyüş, miting yaparken onlar kahvede oturdu. Diyorlar ki, “Yürüsek ne olacak, olan olmuş zaten.” Önemli olan, halkın burada ayağa kalkması. Hukuksal mücadele bir yere kadar. Kazandığınız dava emsal teşkil etmiyor. Her santral için ayrı bir dava açmanız gerekiyor. Dediğim gibi, bu da dernek için büyük bir maddi külfet. Bu şartlarda mücadelemizi sürdürmeye çalışıyoruz.

Diğer çevre mücadelelerine destek oluyor musunuz?

Tabii ki! Biz dernek olarak, gücümüzün yettiğince, tüm çevre mücadelelerinde varlık göstermeye çalışıyoruz. Eylemlere, yürüyüşlere, toplantılara katılıyoruz. Diğer çevre hareketlerindeki arkadaşlarla bilgi alışverişi yapıyoruz. Mezeköy’e, Kızılcık Yaylası’na, Gökçealan’a gittik. Nerede çevre konusunda bir mücadele, bir eylem varsa, Germencik Çevre Derneği olarak biz orada olmaya çalışıyoruz.

Bu toprakların geleceği sizin için neden bu kadar önemli?

Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinde Aydın’dan “dağından yağ, ovasından bal akan şehir” olarak bahsediyor. Gerçekten öyle. Herodot, “gökkubbe altındaki en güzel yeryüzü” olarak adlandırıyor bu coğrafyayı. Benim yedi ceddim bu topraklarda doğdu. Bu topraklar bize atamızdan, dedemizden kaldı. Benim dedem on yedi yaşında yayan askere gidiyor. Çanakkale’de, Yemen’de, Kurtuluş Savaşı’nda savaşıyor. On iki yıl köyüne, evine gelemiyor. Benim şu anda tarım yaptığım, beni doyuran toprak dedelerimin eseri. Ben onun için, dedelerim için mücadele ediyorum. Çok duygulandım, çocuklar! Atamız burada yetişmiş, biz burada yetiştik, çocuklarımız burada yetişiyor. Burası bizim doğduğumuz ve doyduğumuz yer. Birilerinin gelip senin geleceğini karartması çok kötü bir şey. Geleceğimizi karartmasınlar diye mücadele ediyoruz.