Avdan Dağı’na

TANSU TOPRAK

14 Temmuz 2023

Köy kahvesinin önünde duruyoruz. Kahve biraz tepelik bir yere kondurulmuş, havadar. Ahmet Abi kahvenin işletmecisi, etraftaki insanları çağırıyor, “Bizim için gelmişler” diyor. Kahve önündeki ağacın altında başlıyoruz ufaktan konuşmaya. Deli ıhlamur ağacıymış, öyle söylüyor amcalar. Sohbetimiz esnasında kahvenin önündeki yoldan büyük bir gürültüyle sürekli kamyon geçiyor. Madene gidiyorlarmış.

Henüz amcalarla sohbeti derinleştirmeden etrafı şöyle bir süzüyorum. Oturduğum yerden rahatlıkla görünen dağ manzarasına bakıyorum. Bu, Denizli merkezden Avdan’a gelen yol boyunca izlediğim aniden yükselen dağları, aniden düze inen ovaları, ovalara serpilmiş köyleri, yolları, ağaçları, açıklıkları ve gökyüzünü aklıma getiriyor. Burası da dağ eteğine serpilmiş o köylerden biri. Tüm bunlar bölgede nasıl bir doğa dengesi oluştuğuna dair çeşitli ipuçları diye düşünüyorum, büyük bir iştahla hepsini toplamaya çalışıyorum. Bir yandan da neyle karşılaşacağımızı merak ediyorum, çünkü daha önce hiç kömür madeni görmedim.

Fotoğraf: Emirkan Cörüt

Kamyonlar geçerken birbirimizi duyamaz oluyoruz. Gözüm elektrik tellerine takılıyor, arkada uzanan dağların karlı başları görünüyor yine. Köyün havası ferah, göğü engin, ama gürültü bıçak gibi kesiyor bu ânı, yine kamyon geçiyor. Kafamı çevirip bizimle oturan amcaların yüzüne bakıyorum, o sırada demli çaylar geliyor.

Bekir Amca başlıyor konuşmaya:

“Kömür başladığından beri burda meyve sebze olmuyor, köyün iki kilometre altına kadar kamulaştırma var. Köyden arazisini satanlar oldu, ben satmadım.”

Gözleri doluyor, konuşamaz oluyor. O sırada deli ıhlamura bir top serçe konuyor. Bir iştah, bir iştah, bu sefer de onların sesinden birbirimizi duyamaz oluyoruz. Çok sürmüyor, serçeler biraz daha söyleşip kalkıyorlar.

Avdan, kömür madenine karşı başlattığı direnişle gündeme gelen, Denizli’nin Tavas ilçesine bağlı bir köy. Nüfusun çoğunluğu yaşlı, gençler şehre göç etmiş. Köyde açık kömür madeni işleten Avdan Madencilik bölgeye ilk olarak 2021 yılında kömürlü termik santral projesiyle gelmiş. O zaman Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Raporu için halkı bilgilendirme toplantısı yapılmış polisler eşliğinde. Düzenlenen toplantıya köylüler geniş bir katılım sağlamış ve santrali istemediklerini dile getirmişler, arazilerini şirkete satmayı kabul etmemişler. Böylece termik santral iptal olmuş. Tam bitti derken 14 Ocak 2022’de, geceyarısı Resmî Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile 3.764.623 metrekare alanda 564 parsel için acele kamulaştırma kararı alınmış. Köylüler bunu sabahleyin cep telefonlarına gelen bir mesajla öğrenmişler ve şok olmuşlar. Sonrasında mahkeme süreçleri başlamış. Büyük Menderes İnisiyatifi ve diğer çevreciler bu süreçlerde köylülere çok destek olmuşlar. Onların sayesinde hukuk mücadelesinde belli bir yere kadar gelinmiş, ama yine de “Güzelim topraklarımız gitti” diyor amcalar. Dava süreçleri Danıştay 6. Daire’de görülüyormuş ve 15 Mart 2023’te yürütmeyi durdurma kararı çıkmış. Buna rağmen şirket durmuyormuş.

Bize çayları getirdikten sonra Ahmet Abi sözü alıyor:

“Devlet de topraktan besleniyor, insan da topraktan besleniyor. Biz kömür değil, ömür istiyoruz. Bırakın kendi topraklarımızı biz kendimiz işleyelim. Maden konusunda köyün bir kârı yok, zararı çok.”

created by dji camera

Bu bölgeden çıkarılan kalitesiz kömür Rusya-Ukrayna savaşından sonra artan kömür fiyatları sebebiyle kalitelisiyle karıştırılıp Yatağan’daki termik santrale yakıt olarak gidiyormuş.

Ahmet Abi ekliyor:

“Eğer bu şekilde giderse geleceğimi karanlık görüyorum. Toprağı olmazsa insanın geleceği karanlık, ne anlamı var yaşamanın o zaman? Ziraat Odası bize geçen sene 12 bin zeytin ağacı verdi, biz de diktik. Bir gecede hepsini söktüler. Bazısınınkini söküp yakmışlar. Kamulaştırma sonrasında şirket bizim tarladan mahsulümüzü almamıza bile izin vermedi. Köylülerden biri o esnada tarlasında kalp krizi geçirip öldü. İnsan hayatı bu kadar ucuz mu, yazık değil mi bize? Biz şimdi neyle geçineceğiz, neyle karnımızı doyuracağız? Şirket durmuyor, bu sahanın büyümesinden endişe ediyoruz, çünkü yeniden ÇED Raporu çıkartmak için genişletme istediler. İmza toplayıp itiraz ettik.”

Tüm bunları anlatırken insanların yaşananlara karşı gözlerinde dehşet, şaşkınlık ve derin, ama çok derin bir üzüntü kendini gösteriyor.

Sonrasında bize Avdan’da neler yetiştiğini anlatıyorlar; tütün, nohut, mercimek, zeytin. Buranın toprağının ne kadar verimli olduğundan ve bazı anılarından bahsediyorlar. O esnada gözlerde beliren ve tüm ağırlığıyla insanların üzerine çöken hüzün yerini çocuksu bir neşeye bırakıyor. Ardından yeniden kamulaştırma süreçlerine geçiyoruz, ortamın hissi yeniden ağırlaşıyor.

Bekir Amca şirketteki yetkililerin tavrını anlatıyor, içerlemiş: “‘Biz size gidin demeyiz, siz zaten kendiliğinizden gideceksiniz’ dediler.” Bekir Amca’nın yüzü donuklaşıyor, soğuyor. Kamulaştırma kelimesi her seferinde bizimle oturan amcalarda buz kesme etkisi yaratıyor.

Şirket acele kamulaştırma kararının ertesi günü, maden faaliyeti için köylülerin arazilerine girmeye çalıştığında Avdanlılar engel olmaya uğraşmışlar. Bu mücadelenin önde gelenlerinden biri de Hatice Kocalar. Hatice Teyze 75 yaşında, ufak tefek, zayıf görünümlü, ama diri bir kadın. Şirketin beş çalışanı Bekir Amca ve eşi Hatice Teyze’ye dava açmış, kendilerini darp ettikleri gerekçesiyle. Bunu Hatice Teyze’den dinlemek için evine gidiyoruz.

“Şimdi madene karşı gelince ‘vatan haini’ diyorlar bana. Sekiz aydır burnumuzdan geldi kızım. Bir kendim için değil, herkes için mücadele ediyoruz. 41 gün çadır kurup bekledik tarlamızı. Sonra jandarma geldi, ben onlara sopa göstermişim, jandarmayı ve şirket çalışanlarını dövmüşüm, beni dava ettiler böyle deyip. Beş kişiyi dövmüşüm ben bir başıma. Karakolda ‘uzlaşın’ dediler, ben uzlaşmadım. Bu, iftira, iftiraya uzlaşma olmaz. Ben kırılırım, ama eğilmem.”

Hatice Teyze madenin sadece insanları değil, tüm ekosistemi olumsuz etkilediğini anlatıyor:

“Armut ağaçlarımı, ahlat ağaçlarımı hep yıktılar. Ağaçlar canlıdır, kepçeler geldiğinde hep titreşiyorlar. Bizim sularımız kayboldu, kuşlar kayboldu, burda kuş sesinden durulmazdı. Toprak canlı değil mi, canlıdır. Ben cahilim, ama azıcık aklım eriyor toprağın canlı olduğuna. Ben tarlama inmeyeyim mi, ‘İnme, devletin’ diyorlar, ürünümü almayayım mı, ‘Alma, devletin’ diyorlar. Başçavuşa ‘Şimdi madende ne yiyor insanlar, ekmek yiyor, sen şimdi benim tarlamı mahvediyorsun, o zaman kömür yesinler’ dedim, gülüşüyorlar. O tarlaları ellerimle kazarak büyüttüm ben çocuklarımı, onları üniversiteli yaptım bu toprak sayesinde. Ben vermeyeceğim toprağımı, isterlerse öldürsünler.”

Fotoğraf: Onur Temel

Hatice Teyze’nin yanından kalkıp maden alanına doğru yola koyuluyoruz. Köyün bir yanında Bozdağ, öte yanında Avdan Dağı uzanıyor. Öyle güzel ki etraf, baharla birlikte doğa coşmuş, ağaçlar, otlar hep serpilmiş. İnsan yaşamın canını hissedebiliyor burda, toprağın bereketini.

Maden alanına doğru yaklaştıkça kepçe ve kamyon sesleri geliyor. Göz alabildiğine kazmışlar. Sanırsın Avdan Dağı’na mezar kazıyorlar, öyle büyük, öyle derin. Avdan Dağı’nı içine koyup gömmek için acele ediyor kepçeler. Burası böyle devasa bir çukura dönüşmeden önce hep tarlaymış. Bize eşlik eden köylülerin gözleri doluyor, herkes bir an için sessizleşiyor. Traktörlerden inip yürüyoruz. Akıllarda burda yaşanan anılar, burası için beslenen ümitler var. Tüm bunların kamyonlara konup götürüldüğüne tanık oluyoruz, Avdan’ın canı kamyonlara konup etrafa saçılıyor. Avdan Dağı arkada, Bozdağ karşıda, sessizce izliyorlar bu kazıyı.

Hatice Teyze de kafasını bir o yana çevirip hüzünleniyor, bir bu yana. Akıllarda “Burası geri gelir mi?” sorusu. Bir yandan da burada yaşanan anılar hatırlandıkça gözlerde manzaradan doğan hüznün altından yeşeren umut. Avdan’ın muhtarı İlhan Kulaç bu tahribatı geri döndürmekte kararlı olduklarını söylüyor:

“Geldikleri gibi gitsinler, giderken de buraları eskisi gibi düzeltip gitsinler. Ağaçlarımız geri gelmez tabii, ama tarlalarımızı eskisi gibi yapsınlar. Sonrasında da biz manevi tazminat davamızı açacağız, yoksa böyle olmaz. Sen gel, tüm her şeyimizin üstüne çök, sonra da git, olmaz. Caymayağız, tek başıma da kalsam hukuki olarak bu mücadeleyi devam ettireceğim. Ancak toprak bizi bağrına bastığında biter mücadelemiz. Madenden dolayı bizim köyü kimse kaldıramaz, biz burada yaşıyoruz ve yaşayacağız”

İlhan Kulaç’ın sakin, ama direngen hâli, Hatice Teyze’nin diriliği ve mücadeleye olan inancı, zihinlerde buralarda yaşanan günlerin anıları, bu güzelim coğrafya, bu ağaçlar, şu koca dağlar… Biz de bütün bu gürültüye ve kirliliğe rağmen, yüzlere çöken hüzne rağmen umudun yüreklerde nasıl da usulca yeşerdiğini, bir arada olmanın buralarda yaşamın yeniden can bulacağı inancını nasıl da güçlendirdiğini içimizde hissederek sahadan ayrılıyoruz.