Bahsi Yetti

AYŞE ADANALI

Sazlıbosna Köy Kahvesi. Ahali masalara dağılmış, biz ahalinin arasına. Bu kahveye gelişlerimizin hiçbirinde çaya, kahveye para ödemeyi başaramadık. Boş bardaklarımız toplanıp doluları hemen ardından geliyor. Bizi gören kimi köy sakini yönünü kahveye çevirip, sandalyesini sürüyerek yanımıza çekiyor. Kimi de konuşulan konulara tahammül edemediğinden ya da müdahil olmak istemediğinden kalkıp uzaklaşıyor, adımlarında sıkılmışlık ritmi.

“Sizce yapılacak mı peki?” Artık âdettendir, bu soru her seferinde sorulur. Ve her seferinde olduğu gibi yine isyan eden bir cevap gelir:

Yapılır yapılmaz, canları nasıl isterse. Ne önemi var! Artık ne önemi var! Bahsi yetti. Kızım, bahsi yetti![1] 

Oysa her şey sanki bir sihirbazın hokus pokusuyla başlamıştı. Sanırım bir çarşamba günüydü. 27 Nisan 2011. O bahsin geçtiği ilk gün. Sihirbazın cümlelerini tam anımsayamıyorum, ama küçük beynimde kalan şu minvalde bir şeyler: “Şimdi bakın İstanbul bir tane şehir, şimdi biraz animasyon, biraz slayt, ta taa, bakın, şimdi İstanbul’u içinden deniz geçen iki şehir yaptım, adını da ‘Kanal İstanbul’ koydum.” Alkışlar, alkışlar…

İşte o alkışlardan hemen sonra bir emlak pandemisi başladı. Yıl 2022, o pandeminin henüz ne aşısı bulundu ne tedavisi.

Bu emlak spekülasyonuyla arsalar büyük bir hızla el değiştirdi, gayrimenkul fiyatları akıl almaz şekilde arttı, nesillerdir buralarda yaşayan ahali yerinden edilme tehdidine ya boyun eğiyor ya da huzursuz bir bekleyişte.[2] 

Bir avuç topraktan, bir grup insandan bahsetmiyoruz. Kanal İstanbul Projesi güzergâhında 8 bin 300 parsel bulunuyor. Bu parsellerin 5 bin 908’i özel mülkiyet.[3] [1]

Hâl böyle olunca, bu güzergâhta sayısız emlak ofisi görmek de kaçınılmaz oldu yıllar içinde. Öyle ki isimleri bile “Kanal” bağlantılı.[4] [5]  Emlakçıların birçoğu konuşmak istemiyor. Söyleyecek şeyleri mi yok? Tam tersi, aslında söyleyecekleri çok.

Oktay Teke Sazlıbosna Köyü’nde emlak işi yapıyor. Aynı zamanda üç dönemdir köy muhtarı. Kendi ifadesiyle “1862’de Kırım Yarımadası’ndan Rusların sürgün ettiği kişilerin torunları” bu köyün ahalisi. Sultan Abdülaziz zamanında bu köye iskân edilmişler. “Şimdi tekrardan buradan da sürgün yemek istemiyoruz”[6]  diyor. Yaşadığı topraklarla olan bu duygusal bağı sadece bir emlakçı olarak konuşmasına mâni oluyor. Sohbetimiz inişli çıkışlı, engebeli bir yolda ilerliyor. Projenin vaat edilen kazançlarıyla yükselirken, topraklarından, köylerinden sürülecekleri fikriyle hızlı bir inişe geçebiliyor. Yükselerek başlıyor konuşması:

Dünyanın en lüks şehri yapılacak. Animasyonda belki izlemişsinizdir, Kanal etrafında, her ülke, tüm dünya devletlerinin kendi binaları yapılacak. Evler, hepsi zemin artı üç, zemin artı dört, zemin artı beş kat ve yeşilliği çok bol olan bir yer olacak. Buraya bir Katar gibi, bir Dubai gibi finans merkezi yapılacak. Animasyonlarını izlediğimiz zaman, plana baktığımız zaman bu şekilde. Bambaşka. Bu yeşilliği göremeyeceksiniz. Tamamen yeni bir şehir, yeni bir İstanbul inşa ediyorlar.[7] 

Teke’ye Kanal spekülasyonlarının emlak piyasasını nasıl etkilediğini soruyoruz:

Recep Tayyip Erdoğan, Sayın Cumhurbaşkanı, Kanal İstanbul’u açıkladı. Yerin metrekaresi 10 TL idi. On dönüm yer 100 milyar. Bir tane daire alamazdın. Bugünkü şartlarda 20 lirayı, 30 lirayı, 50 lirayı geçmezdi. Sayın Cumhurbaşkanı Kanal İstanbul’u açıkladı ve şu an burada yerlerin metrekaresi, bugün itibariyle 750 TL – 1000 TL arası. Bir dönüm yer bir milyon.[2] Ben burada bir dönüm yer verdiğim zaman gidip iki daire alabiliyorum. Ama önceden on dönüm yer versem bir tane daire alamıyordum.

Arsalardaki bu hızlı fiyat yükselişini, parasal hareketliliği, Kanal İstanbul’un spekülatif etkilerini uzun uzadıya dinliyoruz. Sıra köyün (mahallenin) yerleşim alanındaki durumunu sormaya gelince bu öforik ruh hâli yavaş yavaş kayboluyor:

Bu arada, bizim yerleşik alanımızda, evet bir sıkıntı olacak. Şöyle şimdi. Arazilerde minimum ifraz 2500 metrekare. Ama köy yerleşik alanı içerisinde 500 metrekare. 500 metrekare bir arsanız olacak ki onun üzerine inşaat yapabilesiniz. Bu arada mesela benim bu içinde olduğumuz binam 170 metrekare. Şimdi burada benim bir dönüm yerim olması gerekiyor ki, ifrazdan sonra, 18 uygulamasından sonra[8] , yüzde 40-45 lop kesecekler. Yani burada 500-550 metrekare arsa nasıl oluşturacağım? Örnek veriyorum. Yani burada bize evleri yıkın, yenisini yapın dedikleri zaman nasıl yapacağız? Bu konuda hiçbir bilgimiz yok. Yetkililerden bu konu hakkında bize hiçbir bilgi gelmedi. [9] Hâlâ bilgi bekliyoruz. Ama arazilerde problem yok. Biz köylü olarak burada sıkıntı yaşayacağız.

Aslında Kanal’a dair bütün konuşmalar çok yoğun bir bilgi eksikliği ve kirliliği çevresinde dönüyor. Hiç kimse konu hakkında net bilgilere ulaşamıyor, ne projenin açıklandığı ilk günden beri hayatları doğrudan etkilenen halk ne de işin doğrudan içinde olan emlakçılar. Ara ara bir yetkili çıkar kameralar önüne, cümle içinde “Kanal” kelimesini kullanır. Sonrasında bir iddia atar ortaya, dev projeye yakışan dev kelimelerle süsler etrafını. Ve işte halk böylece bir parça daha bilgilendirilmiş olur! Döngü böyle sürdüğü için olsa gerek Oktay Teke ile olan konuşmamız da uzman görüşü almaktan duygularına tanıklık etmeye geçişle son buluyor:

Şöyle bir şey var, devletten herhangi bir resmi açıklama gelmedi. Bütün bunları Kanal başladığında ve projeler devreye girdiği zaman göreceğiz. Şimdi ben muhtar olarak, yüzde 50 kesim iyi diye ben oradaki diğer yüzde 50 halkımı o hâlde bırakamam. O zaman ona karşı çıkarım. Eğer benim buradaki yüzde 50 halkımın durumu iyi, ama geri kalanların kötüyse, onlara bir zarar gelecekse o zaman her şeye karşı çıkarım. Kanal’a da karşı çıkarım. Hepsine karşı çıkarım. Bu da böyle. Oradaki yüzde 50 vatandaşımı ezdirmem. Sonuna kadar da giderim. Ne yapılması gerekiyorsa. Bu da böyle bilinsin! Ben sadece 50 dönüm yerim var beş milyon euro ediyor diye, yeri olmayan o garibanı ortada bırakmam.[10] 

Sazlıbosna Köyü’nden ayrılıyoruz. Ispartakule’deyiz. Süphan Saraç on bir yıldır burada emlakçılık yapıyor. Ispartakule tam da on bir yıllık bir yerleşim olduğundan Saraç, Ispartakule’nin doğumundan bugününe tanıklık eden biri.

“Ispartakule ne Avcılar’a ne Bahçeşehir’e bağlı. Biraz yetim kalmış bir yer, ilgisiz kalmış. Bakımlı, ama bu bakım kendi aidatlarına bağlı. Yatırımları zorla yaptırılan bir yer.” Saraç bölgesini böyle özetliyor bizim için.

Kanal İstanbul güzergâhı açıklandığında inşaat firmaları “dev yatırıma” uzaklık ve yakınlık kriterini yeniden pazarlama stratejisi olarak kullanmaya başladı. Ispartakule de payına düşeni aldı bu süreçte. Müteahhitler bölgedeki boş arazilerde proje geliştirmek için kolları sıvadı. “Değerine değer katacak”, “inanılmaz yatırım” gibi tanımlamalar ilanlarda yerini aldı, vaatler bir bir sıralandı. Ispartakule’de konut piyasası bu “Kanal” spekülasyonlarıyla hareketlendi. [11] Yani hareketlenmiş. Hareketlenmiş mi? Kafam karıştı biraz. Süphan Saraç ne diyor? Aslında Süphan Saraç dertli. Emlakçıların bu Kanal söylentilerinden dolayı yalancı durumuna düşmesinden son derece rahatsız:

Kanal İstanbul için de başta insanlara biz kendimiz vaat ettik. Emlakçı olarak metro gelecek, metrobüs gelecek, Kanal İstanbul gelecek diye ev satarken adeta yalancı emlakçı pozisyonuna düştük. Biz bundan dolayı üzgünüz. Hemen gelmedi. Metrolar da iptal edildi. Bunun gibi vaat edilen birçok şey yapılmadı Ispartakule’de. Hastane projesi vardı, o da yapılmadı. Kanal İstanbul yan geldi battı projelerden oldu bizim için.[12]  Ama bunlar biz emlakçılarla alakalı değil. Biz de söylenenlere, gazetelerde, haberlerde çıkanlara binaen konuştuk. Yalandan bir şey vaat etmedik.

İnsanları Kanal İstanbul ile ilgili her dinlediğimde bana bir Hasankeyf duygusu gelir. Onlarca yıl insanlar baraj yapılacak diye evlerine çivi bile çakamadı. Ne zaman gideceğiz, nereye gideceğiz diye sormaktan bitkin düştüler, paralize oldular. Baraj söylentileri karabasan gibi çöktü üzerlerine. Hani hareket edemezsin, bağıramazsın ve bitkin düşersin ya, işte tam da öyle.

Gerçi Kanal ile ilgili ortaya atılan iddialardan biri “İstanbul’un geleceğini kurtarma projesi” olduğuydu galiba. Bugünü yok ederek geleceği kurtarmak mümkünmüş.[13] 

Tabii bir yandan da sihirbaza “nasıl” diye sorulmaz ki! Aleister Crowley şöyle demiş: “Şüphesiz sihir, bilimlerin ve sanatların en ince ve en zorlarından biridir. Diğer fizik dallarında olduğundan daha fazla anlama, muhakeme ve uygulama hataları için fırsat vardır.”

Kanal İstanbul’a dair yeni vaatlerde görüşmek üzere.


[1] Gazete Duvar (2019, 26 Aralık). “Kanal İstanbul’da mülkiyet değişimi araştırılsın”. https://www.gazeteduvar.com.tr/politika/2019/12/26/kanal-istanbulda-mulkiyet-degisimi-arastirilsin (Erişim tarihi: 2.7.2023).

[2] Oktay Teke’yle 29 Haziran 2021 tarihinde yaptığımız söyleşi sırasındaki dönüm fiyatlarıdır.