Can Çekişen Marmara’ya Yeni Baskı

Kanalın olası etkileri incelenirken kuşkusuz denizlerdeki biyoçeşitlilik de göz önüne alınması gereken önemli unsurlardan biri. İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ahsen Yüksek, üç denizin birleştiği bölgenin biyolojik ve ekolojik olarak nadir alanlardan biri olduğunu söylüyor. Kuzey Marmara’nın uzun süredir nefes alamadığını hatırlatan Yüksek, kuşlar, deniz canlıları ve karasal hayvanlar için önemli bir göç yolu olan Akdeniz-Karadeniz bağlantı havzasındaki dengelerin çok iyi analiz edilmesi ve gözetilmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Böyle bir projenin denize olası etkisinin öngörülebilmesi için çok ayrıntılı bir hidrodinamik model olması gerektiğini dile getiren Yüksek, “Bunlarla ilgili hiçbir veri, raporların içinde de yok. Çok iyi bir mühendislik ve model çalışmasının sonunda bir şeyler söylenebilir” diyor. 

23 Aralık 2020

Sizin uzmanlığınız çerçevesinden bakarsak, böyle bir mega proje için yapılmış yeterli bilimsel çalışma ya da araştırma var mı?

Böyle bir projenin denize olası etkisini konuşabilmemiz için çok iyi bir hidrodinamik modelin olması gerekiyor, ama yok. Marmara’ya ne kadar su girecek, bu suyun kalitesi ne olacak, bu su nasıl etkileyecek, bilmemiz gerekiyor. Marmara Bölgesi’ne yerleşecek yeni nüfusun denize etkisini çok iyi bilmemiz gerekiyor. Bunlarla ilgili hiçbir veri, raporun içinde de yok. Çok iyi bir mühendislik ve model çalışmasının sonunda bir şeyler söylenebilir. 

Biz, 2011’den beri bu konularla ilgileniyoruz, Marmara’nın çift tabakalı bir sistem olduğunu, değerlendirmeleri buna göre yapmak gerektiğini söylüyoruz. Üst suda Karadeniz kökenli, altta da Akdeniz kökenli su var. Ama metabolik faaliyetler sonucunda Akdeniz’den gelen o bol oksijenli su Marmara’nın kuzeyine doğru çıktıkça tükeniyor. Marmara’nın kuzeyini kirletiyoruz. Marmara’nın alt suyunda mikrobiyal faaliyetler de arttığı için bu oksijen çok daha hızlı düşüyor ve bazı bölgelerde oksijensiz tabakalar oluşmaya başladı. Bana fiziksel oşinograflar, “Buradan gelen su şöyle bir etki yapacak, şu kadar nutrient taşıyacak, bu su şu alanları etkileyecek, oksijen miktarı da bu kadar düşecek” derse ben de Marmara’daki yaşam etkileniyor veya etkilenmiyor diyebilirim. O yüzden kanalla ilgili konuşmalarımı mevcut durum üzerinden yapmaya çalıştım. “Kanal açılırsa şu kadar su kalitesi girecek bunun bilançosu şöyle olacak” diyemiyoruz. 

Bir defa nüfusun ne kadar artacağı üzerinden de bir planlama yapılması lazım. Bu işteki en önemli bileşen o. Yerleşimin büyük oranda Marmara kıyısında olacağı ve bunun deşarj sisteminin de Marmara’ya geleceği biliniyor. Marmara zaten can çekişiyor, Kuzey Marmara uzun süredir nefes alamıyor. Nefes alamayan bir hastanın üstüne bir baskı daha uyguluyorsunuz. Çınarcık Çukuru’yla ilgili duyuyorsunuz, anoksik tabakalar oluşmaya başladı. 

Kanalla ilgili belirsizlik çok fazla, uzun süre kanalın yapısı, yeri belli değildi. Büyük bir su kütlesi girecek, hem de Tuna suyu, nütrientin yüksek olduğu su. Bunların hepsi artı baskıdır. O yüzden gerçekten büyük bir problem. 

Kanal İstanbul’un ÇED raporunda Karadeniz’in yaklaşık beş santim alçalacağı, Marmara Denizi’nin yaklaşık üç santim yükseleceği gibi öngörüler var. Bize biraz raporu değerlendirir misiniz?

O ÇED raporunda bizim de katkımız var, Karadeniz kıyısının bakir alanlarının koruma altındaki türleri gibi konular raporda var. Ama sanıyorum, raporu bilim adamları yazdılar, Çınar Mühendislik, kendine göre değerlendirdi. Diğer kısımlar hakkında sorduğunuz soruyla ilgili söyleyebileceğim tek şey; yapılan modelleme çalışmaları, mühendislik kısmı, fiziksel oşinografiyle ilgili kısımlar hatalı. Bize doğru bilgi vermediğini düşünüyoruz. 

Deniz ve kıyı ekosistemi açısından gördüğünüz herhangi bir tehdit, tehlike var mı? ÇED raporuna göre, Karadeniz kıyısına 38 kilometre uzunluğunda hafriyat dolgusu yapılacak. Kıyı ve deniz ekosistemi bundan nasıl etkilenir?

Zaten kıyı ekosistemi diye bir şey düşünülmemiş. O alanın tamamı dolgu olacak ve büyük limanlar yapılacak. Kıyı şeridini ve canlı yaşamını yok ediyorlar. Marmara’nın Trakya kısmı zaten biyolojik ve ekolojik bakımdan çok önemli bir yapı. EBSA[1] kriterlerine göre dünyada nadir olan alanlardan birinde yaşıyoruz. Burada endemik türler çok fazla, hem balıklar hem deniz kuşları hem de bir sürü karasal canlı açısından göç yolu. Burası sadece bizler için değil, Akdeniz’le Karadeniz’i birbirine bağlayan havza için çok önemli bir su yolu. Milyonlarca metreküp hafriyattan bahsediliyor. O kıyıdaki kumullar binlerce yıl içinde, Karadeniz’in, o hırçın denizin oluşturduğu deniz kabuklarının kırılmasıyla oluşmuş özel bir saha. Bu özel plajı alıp turizm açısından pazarlayacağınıza, siz burayı dolgu alan yapıyorsunuz, liman olarak kullanmayı planlıyorsunuz. Bu gerçekten üzücü bir şey. 

Deniz ekosistemine dönersek, orada koruma altında türler var. Karadeniz, gerçekten balıkçılığımız için önemli bir alan. Karadeniz’e ne kadar kötü davranırsanız, bu doğal üretim ağınızı kaybedeceksiniz. Kıyı şeritleri biyoçeşitliliğin çok olduğu üretim sahalarıdır. Burayı sağlıklı tutarsanız, balık üretimini de artırırsınız. Orada rapana, kara midye avcılığı yapılıyor. Ekonomik bakımdan şelfimizin en geniş alanı. 

Marmara şu anda zaten İstanbul’un ve Kuzey Marmara’nın nüfusunu taşıyamıyor. İzmit Körfezi ve Haliç projelerini biliyorsunuz. Yok ediyoruz, sonra büyük meblağlar harcayarak onları geri kazanmaya çalışıyoruz. O kadar büyük paralar harcadıkları halde, Haliç’teki yaşantı hâlâ dengeye oturmuş değil. 

Balıkçılığın nasıl etkileneceğini düşünüyorsunuz? Balık türlerinin yok olma ihtimalinden bahsedilebilir mi? 

Marmara’daki türleri zaten kaybediyoruz. Türlerin stoklarını, yani avlanabilir, ekonomik boyutlarını kaybediyoruz. Uskumru eskiden Şile’ye kadar çıkarmış, şimdi Çanakkale’nin oralara ancak giriyor, Marmara’ya girmek istemiyor bile. Karnivor türler dediğimiz, lüfer, palamut, uskumru gibi türler Marmara’nındı. Eskiden İzmit Körfezi uskumru yumurtlama alanlarından biriymiş. Plankton benim asıl konum, balıkların yumurtlama alanlarıyla ilgili. Şimdi siz hiç orada uskumru avlayan insanlar görüyor musunuz? Yok. Plankton üstünden gelen, hamsi bulunuyor. Göç zamanları o hamsilerin, istavritlerin peşine gelen çok az sayıda lüfer avlanabilirse avlanıyor. O da belirli zamanlarda, göç zamanı. Eskiden, benim bildiğim yani, kılıç balığı yumurtlamak için Marmara’ya çıkıyordu. Zavallıcıklar şimdi Saros’u bile geçemiyor, güneyde kalıyor. Başından beri söylemeye çalıştığımız, balıkçılara da anlatmaya çalıştığımız bu. Balıkçılar istediğini anlar, istediğini yorumlar. Dediğim gibi politik insanlar. Çünkü, üniversiteyle falan da değil, direkt bakanlıkla muhataplar hatta bazen bakanlığın da üstüne çıkıyorlar. 

Balıkçılarla bir şekilde bir temasınız, bilgilendirme yapma durumunuz oldu mu? 

Bize soru sorulduğundan beri konuşuyoruz. Çevre Bakanlığı’yla da konuşuyoruz. Benim bildiğim kadarıyla, Tarım Bakanlığı kanal projesini gündemine hiç almadı. Kanal projesiyle ilgili bize bir şey sorulmadı. Çevre Bakanlığı’yla epey görüşmeler yaptık. Hatta şu anda hiç gündeme gelmiyor ama çıkan hafriyatla Marmara’ya adalar yapılacaktı. Ataköy – Bakırköy koyuna, Büyükçekmece’ye kadar ada olacaktı, düşünebiliyor musunuz? Mesela ÇED’e bile girmeden çok önceden o ada planlarını kaldırttık. Ben hâlâ o kişileri takdir ediyorum. Allah’tan o adalar gündeme hiç gelmedi. Umarım yoktur. 

O adalar ÇED çıkmadan önceydi. ÇDP’ye işlenmeden önce kulislerde konuşulan ve gazetelere yansıyan bir konuydu. “Çıkan hafriyatla Marmara’ya altı tane ada yapılacak” deniyordu. Sonra ÇED çıktı, adanın A’sı bile geçmiyor. Ama çıkacak olan 1,1 milyar metreküplük hafriyatın Karadeniz’e 38 kilometrelik dolgu alanında kullanılacağı öngörülüyor. 

Dolgu yaparken hangi tür malzemenin kullanılacağı da önemli. Oradaki malzemenin dolguda kullanılıp kullanılmayacağını da bilmiyorum. Çok uzun zamandır bir ada projeleri vardı ama biz tabii bilmiyorduk. Kanal projesini de bilmediğim için “O da nereden çıktı?” diye şaşırıyorduk. Çünkü, bazı Arap ülkelerinin oluşturduğu adalardaki problemleri de bizim bilim adamlarının çözdüğünü biliyoruz. Oralarda, anoksik koşullar oluştu, akıntı rejimini sağlayamadılar, bir sürü sıkıntıları var. Sonradan “Hocam tamam o iptal” dediler. Ama bundan birkaç yıl sonra önümüze çıkıp “Bu hafriyattan ada yapılacak” denirse, bilmiyorum artık, ama en büyük tehlike oydu. Biz balıkçılarla o zaman da çok konuştuk. Balıkçıların gıkı bile çıkmadı. Rus bilim adamlarıyla konuşuldu, onlardan da hiçbir şey çıkmadı. Bu sadece bizi sıkıntıya düşürmeyecek, ama biz uluslararası bir destek de görmedik. 

Bu bölgedeki endemik türler neler? Nesli tehdit altında olanlar hangileri?

Karadeniz’in kıyısında özel habitat dediğimiz sistosera fasiyesleri, deniz çayırları var. Orası kumluk alandır, çok geniş bir şelftir ve kara midye yataklarının en geniş olduğu alandır. Her şeyden öte, o kumluk yapıyı gördünüz sanıyorum, gerçekten ben bilmiyordum, gidip gördüğümde şok oldum. Biz onu aslında turizm açısından, doğa açısından pazarlayabiliriz. 

Kendi doğal yapısını koruyan bir kıyı şeridiyle, hafriyat dökülmüş bir yeri bize biraz kıyaslayabilir misiniz? Ne gibi sorunlar oluşabilir, değerlendirebilir misiniz? 

Doğal ortamlarda biyoçeşitliliğin ana elemanı habitattır. Eğer bir canlının kendi ortamını, kendi yaşamını sürdürecek sağlıklı bir ortamı varsa, besinini sağlayabiliyorsa, kendini koruyabiliyorsa, yavru gelişimine uygun bir alansa, orada çeşitlilik yüksek oluyor. Oradaki deniz çayırları, sistosera dediğimiz makro algleri Akdeniz ekosistemi için çok önemli canlılardır. Çünkü o ağaç gibi yapının arasında bir sürü canlıya yaşam alanı sağlar. Bu da yavru balıklar için gelişim alanıdır. Lüfer de, çok yüksek karnivor bir türdür, besin zincirinin üst seviyelerindedir. O yüzden lezzetli ve kalitelidir, eski zamanlardan beri Boğaz’ın incisidir, çok değerlidir. Eğer dolguyla burayı yok ederseniz, o çeşitliliği yok edeceksiniz. Bu sefer besin değeri daha düşük canlılar ilk önce oraya yerleşecek, o da sizin üst seviyedeki diğer canlılarınızı etkileyecek. Şu anda Marmara’da, Akdeniz’de ve Karadeniz’de yaşadığımız olay bu. Sistemi değiştiriyoruz. Dünyanın herhangi bir yerinde, insan popülasyonunun artarak kıyı ekosistemini yok ettiği alanlarda, eski avlandıkları veya eski lezzetli türlerini kaybetmelerinin altında hep bu yatıyor. O sistemi siz değiştiriyorsunuz. 

Marmara Denizi’nin zaten can çekiştiğini söylediniz. Son yaptığımız Çevre Bakanlığı projelerinde gördüğümüz manzara, kanal projesi olmasa bile Marmara’nın kuzeyinde, 20 – 30 metreden sonra alt suyu artık oksijensizleşmeye başladı. Canlıların yaşam alanı kayboluyor. Bu demektir ki, Marmara yavaş yavaş ölüyor, gelen yükü taşıyamıyor. Eğer siz bu bölgedeki nüfusu daha da artıracak projeler yaparsanız ortama girecek azot, fosfat oranı daha da artacak; ötrofikasyon dediğimiz yüksek oranda besin olacak. Bu yüksek orandaki besin artık kaliteli canlıların besleyeceğinden fazla olunca çürümeye başlıyor. Bu çürümeyi mikroorganizmalar yapıyor. Denizlerde artık kapasite doldu, İstanbul’da da doldu. Siz bunu artıracak ne yaparsanız bu artı yük olur. Bu kanal projesinin denizel alana vereceği hasar işin sadece bir kısmı.


[1] Ecologically or Biologically Significant Areas (Ekolojik ya da Biyolojik Olarak Önemli Alanlar)