“İstanbul’un Her Yeri Taş Yığını Be Kardeşim”

Saha çalışması sırasında yemek molası için Durusu’da defalarca önünden geçtiğimiz Suzi’nin Yeri’nde durduk. 75 yaşındaki Suzan Taştepe’nin işlettiği mekânda kadınların çalıştığı geniş bir mutfak, ev eriştesi, mantı gibi burda yapılan ürünlerin yerleştirildiği minik bir tezgah, hemen her duvara asılmış Atatürk portreleri gözümüze takıldı. Bir yandan anne yemeğini hatırlatan yemeklerden yerken bir yandan da sohbete başladık. Suzi bize doğup büyüdüğü Terkos’u anlattı.

22 Aralık 2020

Bize kendini tanıtır mısın?

75 yaşındayım. 16-17 yıldır yemek işi yapıyorum. Hamur işlerinde başladım. Şimdi ev yemekleri yapmaya başladık. Allah’a şükür çok güzeldi. Fakat bu sene pandemi dolayısıyla işlerimiz biraz bozuldu. Şimdilik idare ediyoruz, ama sıkıntıdayız kardeşim. Burada yaşıyorum, evim de burada. Biz 120 yıldır burada yaşıyoruz. Biz göçmeniz. Dedelerimiz gelmiş Bulgaristan’dan, buraya yerleşmişler. Çok güzeldi yerimiz şimdiye dek.[1]  Şimdi biraz sıkıntılarımız var, Kanal İstanbul dolayısıyla, havalimanı dolayısıyla. İnşallah geçecek. Eğer Kanal İstanbul buradan geçerse bizi kaldıracaklar muhakkak, ama nerelere gideriz, ne yaparız bilemem. Alışmışız güzel köy hayatına. Oralarda nasıl dururuz hiç bilmiyorum. Burada İSKİ’nin (İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi) gölümüzden İstanbul’a su alan fabrikası vardı (Terkos Su Pompa İstasyonu). Hepimiz orada çalışıyorduk. Fakat şimdi çalışma sahası da kalktı, hiç yok. Bütün gençlerimiz büyük şehirlere gittiler. Biz de burada yaşlılar kendi kendimize haşır neşir oluyoruz.

Terkos’a nasıl etkileri oldu Havalimanı’nın?

Bir tane kuşumuz kalmadı. Bu sene leyleklerimiz bile gelemedi. Havalimanından, uçakların sesinden herhalde. Bizim burası, Karadeniz, zaten leyleklerin geliş yoluymuş.[2]  Fakat bu sene gelemedi gariplerim. Leylek bile görmedik. Hiçbir tane kuş yok. Kargadan başka kuş görmüyoruz. Ağaçlarımız kesildi. Hiç yağmur yok. Geçen yıl bir tane kar tanesi düşmedi buraya. İnşallah bu sene olur da, belki iyi oluruz.

Kanal İstanbul buradan geçerse, buraya ne olacak?

Kanal geçerse daha da kötü olacak. Herkes “İyi olacak” diyor, ama ben pek iyi olacak demiyorum. Kanal geçerse bizi buradan muhakkak kaldıracaklar. Bizim bu eski tip evleri yıkacaklarmış. Güzel, lüks evler olacakmış, ama biz nerelere gideriz bilmem. Bizi nerelere gönderirler onu da bilemem.

Yaşadığın evi anlatır mısın?

Güzel tarafları çok. Sabah kalkıyorsun, en azından bahçenin, kapının önüne çıkıyorsun. Çiçeklerinle oynuyorsun. Hayvanların var, kedilerin, köpeklerin, onlarla ilgileniyorsun. Temiz hava alıyorsun en azından. Biz çok mutluyuz burada. Bütün yaz kendi sebzemi ektim, her şeyimi kendim yapmaya uğraşırım. Ama şimdi maalesef bunların hiçbirini herhalde yapamayacağız.

Peki ya lüks evler?

Lüks ev istemem ben. Burası daha lüks bence. Biz öyle çok lüks yerde oturmaya alışık değiliz. Onun için çok memnunuz biz burasından.[3]  İnşallah olmaz derim. Başka diyecek lafım yok. Bozulmaz inşallah burası da. İstanbul’un her yeri taş yığını be kardeşim.

Senin gidecek bir yerin var mı?

Gidecek yerim yok. Onlar nereye götürürse oraya gideceğiz. Evimizi satıp parasını verirlerse, gideceğiz, başka bir yerlerden ev alacağız. Başka şansımız yok. Nereye götüreceklerini bilmiyoruz. Bizi buradan kaldırırlarsa, elbette bize bir yer vereceklerdir de, böyle bir yer yoktur. Hepimizi bir apartmana koyacaklar.

Apartmanda yaşayabilir misin?

Mecbur yaşayacağım. İstemem ben apartman. Marmara’ya doğru giderim.

Eskiden burada herkesin hayvanları varmış.

Herkesin kendilerine göre hayvanları vardı. Bahçesinde ineği, tavuğu vardı. Sütünden kendi yoğurdunu kendi yapar, tereyağını kendi yapardı. Herkesin hemen hemen yanında vardı hayvanı. Kendine yetecek kadar yapardı. Şimdi maalesef bir tane yok. Kalmadı. Hayvan olsa da hayvanın otlayacak yeri yok.

Yaşadığın yer hakkında neler söylemek istersin?

Burası Terkos. Burada Fransızlar yaşıyormuş. Trikos’muş asıl adı. Sonra Terkos’a çevirmiş bizimkiler. Şimdi Terkos da Durusu Mahallesi oldu. Arnavutköy’ün Durusu Mahallesi olduk. 25 yıllık belediyemizi kaldırdılar. Mahalle yaptılar.

Bizimkiler geldiğinde Fransızlar yaşıyormuş. İSKİ Fabrikası İstanbul’a su basıyormuş. Fabrika o zaman kömürle çalışıyormuş. Ocakları çok güzeldi. Elektrik gelince o düzen kalktı. Bir demiryolu vardı. Karaburun’a, sahili kadar. Oradan kömür geliyordu fabrikaya, motorları çalıştırmak için. Rusya’dan getiriyormuşlar kömürleri. Her gün tren kömür alırdı, getirirdi. Biz de o trenlere biner, Karaburun’a denize giderdik. Çok güzel bir hayattı. [4] Giderdik trenle, götürürlerdi bizi. Karaburun şurdan dört kilometre deniz kıyısı. Denize yüzmeye giderdik. Çok güzeldi denizimiz. Çok güzeldir Karadenizimiz. Vagonlar da çok güzeldi.

Şimdi o sahile hafriyat dökeceğiz, diyorlar.

Maalesef. Denize de zor girilir artık. Çok az bir yer kaldı zaten. Denize girilecek yer yok. Liman olursa eğer, denize girilmez, kalmayacak. Hiç kimse bir şey bilmiyor, duyuyoruz. Şöyle olacakmış, böyle olacakmış. Yani kesin bir şey yok. İnşallah olmaz diyoruz. Benim içim gene de rahat. Sanki olamayacakmış gibime geliyor. Olmayacak inşallah. İçime öyle doğuyor. Hiç olacağı aklıma gelmiyor. Para mı kaldı devlette?