Yosun Kokusuyla Yaşamak

Lagün özelliği taşıyan Küçükçekmece Gölü, güneyinde tarihi Mimar Sinan Köprüsü’nün de bulunduğu kısımdan kanallarla Marmara Denizi’ne bağlanıyor. Lagünün ucunda, Menekşe plajının kuzeyinde, kanallarla çevrilmiş yarımada biçiminde İç-Dış Kumsal yer alıyor. Yazlık hissi veren mahalledeki bir apartmanın bahçesinde İç-Dış Kumsalı Koruma ve Yaşatma Sivil Toplumu Destekleme Derneği üyelerinden Sinem Kara ve Reşide Küçük’le sohbet ettik. Kanal İstanbul Projesi nedeniyle kaybetme endişesi yaşadıkları mahalleyi, komşuluk ilişilerini ve buraya dair anılarını dinledik.

10 Kasım 2020

Bize kendinizi tanıtır mısınız?

Sinem Kara: Çocukluğumda, üçüncü sınıfa kadar şu arkada gördüğünüz ilkokulda okudum. Bir süre ayrıldım buradan. 88 yılından beri bu binada yaşıyorum. Çocuklarım burada büyüdü. Benim çocukluğumun bir dönemini hemen herkes biliyor.[1]  Burada tanınıyorum. Zaten burası öyle bir yer. Herkes birbirini çok yakından tanıyor. Çocuklarım oldu, şimdi çocuğumun çocuğu oldu. Hepsi burada yaşandı.

Reşide Küçük: 64 doğumluyum. 17 yaşımda geldim İç Kumsal’a. 1980’de geldim. Burada yaşıyorum. Evlendim geldim, ama çocuk geldim. Burada yaşlandım. Çocuklarımı burada büyüttüm. Aynı evde, aynı mahallede.[2]  Şimdiye kadar ömrümüz burada geçti.

Bulunduğumuz mahalle sizin için ne ifade ediyor?

S.K.: Çocukluğum, anılarım, gençliğim, yeni evliliğim… Hepsini burada yaşadım. Hiç başka bir yerde yaşamadım. Buradan ayrılmak bana sudan çıkmış balığa dönmek gibi geliyor. Çok tedirgin ediyor[3]  bu düşünce beni. Burada herkes birbirini dediğim gibi çok iyi tanıyor. Mesela apartmanda hiç kimsesi olmayan bir komşumuz var. Hepimiz onun ailesi olduk diyebilirim. Çocuklarımı büyütürken hiç sıkıntı çekmedim. Çünkü bütün apartman benim annem, ablam, kardeşim oldu. Burada öyle bir komşuluk duygusu var gerçekten de. Mesela sitelerde çoğu insan birbirini tanımıyor. Günaydınlaşmıyorlar. Selamlaşmıyorlar bile. Burası öyle değil. Farklı bir yer gerçekten.

R.K.: Benim için can, hayat, mahallem. Mahallem her şey benim için. Nasıl anlatayım size? Buradan gitmeyi hiçbir zaman düşünmedim. Başka bir yerde yaşayabileceğimi hiç düşünemedim. Burada doğdum büyüdüm gibi bir durum. Çocuklarım burada büyüdü. Oğlum 35 yaşında evlendi gitti. Çok lüks bir siteye gitti, ama iki sene oturabildi. “Anne bizim için değil oralar” dedi. Alışmışız mahalle kültürüne. Ayakkabımı giyip bakkala gittiğimde, iki komşumla sohbet etmek bana enerji veriyor. Başka yerlerde bunu bulabileceğimi hiç zannetmiyorum. Benim için mahalle kültürü çok önemli.

Kanal İstanbul Projesi gündemde. Sizler de İç-Dış Kumsalı Koruma ve Yaşatma Sivil Toplumu Destekleme Derneği’ne üyesiniz. Bu proje hakkında ne düşünüyorsunuz, sizi nasıl etkileyecek?

S.K.: Projeyle ilgili düşüncem çok kapsamlı, şahsen diyorsanız, buradan ayrılmanın verdiği bir tedirginlik yaşıyorum. Eğer bu proje olursa ne uğruna olduğunu bilmiyorum. Vatanım, devletim, milletim için faydalı bir şey uğruna buradan sürüleceksem, belki alışabilirim başka yerlere, ama öyle görmüyorum.[4]  Bu şahsen beni düşündüren bir durum. Ülkem, İstanbul açısından da düşünürsek, hiçbir tutarlı yanını göremiyorum Kanal İstanbul Projesi’nin. Okuduğum makaleler bana bunu söylüyor. Aklım almıyor.

R.K.: Dinlediğimiz bilimadamlarına göre bir katliam. Kanal İstanbul benim için bir katliam.[5]  Gerek deniz için gerek göl için… Doğanın oluşturmuş olduğu bir yeri yok ediyorsun sen. Doğaya karşı geliyorsun bir yerde. Benim bakış açım bu. Doğaya resmen karşı geliyorsun. Doğadan aldığını doğa her zaman senden geri alır.

Değişen imar planlarında burası için ne öngörülüyor? Bilginiz var mı?

S.K.: İmar Barışı ile ilgili hiçbir şeyimiz değişmiyor. Aslında bir muhatap da bulamıyoruz. Bizi tatmin edecek bir cevap da alamıyoruz hiçbir konuda. Aslında daha çok üzüldüğüm şey bu. Bizi muhatap alıp tatmin edici bilgiler veren bir yetkili yok karşımızda. [6] Verdikleri cevaplar kaçış cümleleri. O yüzden bilemiyorum.

Ne zamandır mahalle derneğine üyesiniz?

S.K.: Kurulduğundan beri, 2006 yılından beri derneğin üyesiyim. Dernek ve Türker Bey (Dernek Başkanı Türker Taşdöğen) bizim için gerçekten büyük bir şans. Herhalde derneğimiz olmasa bu kadar başarılı olamazdık. Bireysel çabayla olacak şeyler değil zaten bunlar.

R.K.: 2006’dan, kuruluşundan beri. Beraber kurduk derneği. Daha önce, 70’li yıllarda bizim babalarımız bir dernek oluşturmuştu. Bu derneğin kökü oraya dayanıyor.[7]  Benim kayınpederim o derneğin içindeydi. 2006’dan beri bu dernekle uğraşıyoruz.

Eskiden beri burayı korumak için mücadele veriliyor diyebiliriz, değil mi?

R.K.: Evet. Sit alanı yapıldığından beri bizim büyüklerimiz buraya bir yenilik yapılması, planlı bir yapılaşma olması için belediyelerle, bakanlıklarla sürekli diyalog hâlindeydiler. Hiçbir şeyi elde edemediler.

Burada nasıl bir proje olmasını istersiniz? Mahallenizin gerçek ihtiyacı nedir size göre? Depreme dair endişeniz var mı?

R.K.: Kısıtlı imar olabilir. Depreme yönelik hiçbir endişem yok. Ben diyorum ki burada bir şey olursa İstanbul’da taş taş üstünde kalmaz. Ben zeminine de, evime de o kadar çok güveniyorum.

S.K.: Ben zeminimize güveniyorum. Türker Bey’in de anlattığı gibi, o konuda şüphem yok. Binamız da sağlam, fakat çok katlı olmasından dolayı endişe duyuyorum. İnşallah bir şey olmaz.

Riskli yapı tespiti gibi durum var mı?

S.K.: Hayır, yok.

İmkânınız olsa yenileme ya da güçlendirme yaptırır mısınız?

S.K.: Güçlendirme olsa düşünebilirim. Hiç değilse içim daha rahat olur diye düşünüyorum. Komşularım açısından da öyle.

İstanbul’da yapılan kentsel dönüşüm projelerinin nasıl yapıldığını biliyor musunuz? Mesela bir mahalleyi nasıl dönüştürüyor, nasıl etkiliyor?

S.K.: Çok fazla bilgim yok, ama herhalde mal sahibi çok da kârlı olmuyor. Metrekareden mi düşüyor? Daha mı sağlam, daha mı güvenilir? Hiç bilgim yok bu konuda.

R.K.: O konuda pek bilgimiz yok, çünkü onu hiç düşünmedik biz. Ama kârlı bir şey olduğunu da zannetmiyorum. İnsanlar üzerine ya bir ödeme yapıyorlar, borçlanıyorlar, ya metrekareden gidiyor. Halktan bir şeyler gidiyor. Onu da bizim yapabilecek gücümüz olmadığı için, pek iyi araştırmadık. Zemin sağlam, bina sağlam. Mesela İç Kumsal’da yüksek binalar, çok katlı binalar sayılı. Zemin de sağlam olduktan sonra bir anlamı yok.

Sizce Kanal İstanbul’u yapacaklar mı?

R.K.: Şu anda hükümetin üzerinde de bir baskı olduğunu düşünüyorum. Kanal İstanbul’un etrafı rant uğruna satıldı. Amerika’nın bir projesi olduğunu düşünüyorum. Yıllar önce bir yerde okumuştum. Bu proje Ecevit’e de sunulmuştu. Hafızam beni yanıltmıyorsa. “İstanbul için değil, Türkiye için bir katliam olur” diye rahmetli Bülent Ecevit bu projeyi geri çevirmişti. Ne derecede doğru onu da bilemiyorum. Bu hükümet başımızdan giderse olmaz gibime geliyor. Devam ederlerse, rant uğruna yaparlar, ama nasıl altından kalkarlar bilmiyorum. Köprüler gibi, şehir hastaneleri gibi Yap-İşlet-Devret projesiyle yaparlarsa, belki. Çünkü duyduk Katarlılara satıldı. Yabancılara gitmesin diye kendi etraflarındaki müteahhitler aldı. Bunları biliyoruz, farkındayız.

İstanbul’da beklenen bir deprem var. Aslında korkutucu bir tablo çıkarılıyor ortaya. Depremin karşısına da kentsel dönüşüm koyuyorlar. Binaları iyileştirmek, güçlendirmek için. Sizler kentsel dönüşümün gerekliliği hakkında ne düşünüyorsunuz? Ne olsun istersiniz?

S.K.: Aslında Kanal İstanbul gibi bir proje başlatmaktansa İstanbul’daki bütün binalar yeni baştan yapılabilir. [8] Ya da yeni bir şehirleşme olsun. Madem bu kadar bütçemiz var, Kanal İstanbul’u yapabiliyorsak, yenilemeyi bırakıp sil baştan yeni bir İstanbul kurulsun. Raylı sistem olsun mesela bence.

R.K.: Yerinde dönüşüme canı gönülden evet diyebiliriz.[9]  Ama yerinde dönüşüm olacak. Bize teklif ettikleri gibi, buradan alıp da bizi Başakşehir’e, arsa da değil tarlaya gönderiyorsa, beni kaderimle baş başa bırakıyorsa, buna tabii ki hayır. Öyle bir yere sürgün gitmektense burada ölmeyi tercih ederim.[10]  Çünkü orası bizim için bir sürgün. Ben yosun kokusuyla yaşamaya alışmışım. Nasıl beni alır, buradan 45 kilometre uzağa götürürsün?

Burada, Küçükçekmece’de vakit geçirmeyi en çok sevdiğiniz yerler neresi?

S.K.: Mahallemiz inanın bize yetiyor.[11]  Göl kenarımız çok güzel. Deniz kenarı, Menekşe Sahili var. Yürüyüş alanlarımız çok güzel. Hele sabah erken saatlerde kalktığınızda göçmen kuşlar buradan geçiyor. Onların göç yolu burası. Ördekler, çeşitli kuşlar, çok güzel bir tabiatı var. Lagün olması açısından da, işte bir kısmı deniz, bir kısmı göl, bir kısmı kanal olması açısından çok güzel. Bahçelerimiz yetiyor. Hemen hemen herkesin bahçesi var. Bahçesiz bina yok. Doğayla iç içeyiz.

R.K.: Bahçeme çıkıyorum, inanın bahçemde saati unutuyorum. [12] “Çöpü atıp da geleyim” diyorum evdekilere. Bahçeye dalıyorum. Eve gelince bana diyorlar ki “Anne Halkalı Çöplüğü de kapandı, ama sen acaba Halkalı’ya mı gittin, geldin? Nerdesin?” Saksımın dibini karıştırıyorum. Kivi yetiştirmişim, limon yetiştirmişim burada. Onlar bana çok büyük bir haz veriyor. Sen beni buradan al götür başka bir yere… bilmem.

Pandemi döneminde herkes evlere kapandığı, vakit geçirebilecek bir yer olmadığı için çok şikâyetçiydi. Buraya gelirken de söylemiştiniz “Bizim bahçemiz var, çok büyük bir nimet” demiştiniz.

S.K.: Gerçekten öyle. Bütün pandemi dönemini, 82 yaşındaki annemle birlikte bahçemizde geçirdik. Hep söylüyordum, “Çok şanslıyız, iyi ki bahçemiz var”. Sitelerde yaşayan insanları düşünüyordum, kapalı, dışarıya çıkamıyor. Biz pandemi dönemini çok şanslı bir şekilde atlattık.

R.K.: Biz piknik yeri aramayız burada. Millet bakıyoruz, sabahın köründe piknik için yer arıyor. Ben tatile değişiklik olsun diye giderim.[13]  Dinleneyim diye değil, yüzeyim diye değil. Çünkü burada hepsi mevcut. Daha ne isteyelim?

Denize girilebiliyor muydu? Siz denize giriyor muydunuz?

R.K.: Suriye politikası başlayana kadar giriliyordu, ama ondan sonra artık gezmeye bile çıkamadık. Suriye’den gelen mülteciler bizim hayatımızı o yönden biraz kısıtladı.

Nereden giriyordunuz?

R.K.: Menekşe tarafından. Kumsalın da kendi özel, halka açık yeri var. Kumsalın kumsalı. Üç dakika yürüyüp denize girebiliyorsunuz. Daha önce, 60’lı, 70’li yıllarında insanlar evlerinde bikinilerini giyip, bellerine havlularını sarıp buradan gidiyormuş. Çünkü hep kummuş yollar. Ben hatırlamıyorum pek. Annelerimiz öyle derdi.

S.K.: Burası tam anlamıyla bir tatil köyüydü. Hemen arka tarafta bir sohbet aile çay bahçemiz var. Orası eğlence mekânı idi. Kızılay’ın kampı vardı. İnsanlar denizin içlerine kadar kazıklar üzerinde, ahşap barakalar yapmışlardı. Çok güzeldi. Gündüz deniz, gece eğlenceler olur, sanatçılar gelirdi. Burası benim çocukluğumda bildiğiniz tatil köyüydü.[14]  Çok güzeldi. Denize girilebiliyordu o zamanlar.

Yat limanı gelecekmiş.

S.K.: Evet, öyleymiş. Yat limanı gelirse biz burada yokuz demektir. Yat Limanı olursa çok başka insanlar olur burada.

R.K.: Yatımız olmadığı için biz denize giremeyiz. Yatlar gelmesin diye mücadele ediyoruz.[15] 

S.K.: Böyle kalsın istiyoruz. Balıkçı teknelerimiz olsun, balığa çıkabilelim arkadaşlarımızla. Bu hâliyle kalsın. İstanbul’un her yeri zaten çok değişti. Bırakın biz böyle kalalım.[16]  Mahalle kültürünü yaşatmak istiyorlar madem, burada mahalle kültürü var zaten, bozmayın. Bırakın bizim yakamızı.

Balığa çıkıyor musunuz?

S.K.: Balığa çıkıyorduk. Küçük teknelerimiz var, iskelelerimiz var, iskeleden atlıyorduk. Tahta köprülerimiz vardı. Onların yerini artık taş köprüler aldı. Ama olsun, daha modern, daha güzel, daha temiz oldu. Balığa çıkıyorduk. Güzel günlerdi.

Hangi balıklarlar çıkıyordu?

S.K.: İstavrit.

R.K.: İstavrit, palamut. Bizler çıkmıyoruz, ama komşularımız çıkıyor. Teknesi olanlar çıkıyor.

S.K.: Balıkçılık dışında teknelerini buraya bırakan insanlar var. Liman gibi. Küçük tekne sahipleri, sandallar, yat değil.

R.K.: Biz teknelerden hoşlanıyoruz. Yatlar bize uzak kalıyor. İtici geliyor bize. Biz küçük teknelerimizle daha mutluyuz.