Dokunma!

BAHAR BAYHAN

Hem kırsal hem kentsel mekânların mücadelesinde sloganların en temel kelimelerinden biri “dokunma!”. “Evime dokunma!”, “mahalleme dokunma!”, “parkıma dokunma!”, “suyuma, ağacıma dokunma!”… Savununun bir ifadesi olan bu kelimeyi, ezbere bir karşı duruşun ötesinde algılamak gerekir. Neden “dokunma!” diyorlar? Bu sloganları haykıranlar (iktidarın ve sermayenin alışılmış söylemiyle) “ilerlemeye”, “gelişmeye” karşı mı?

Son 20 yıldır sermayenin mekân üzerinden birikim stratejilerinin agresifleştiğini görüyoruz. Artık biliniyor ki mekâna her müdahale –bu ister bir köye maden ocağı açmak olsun isterse bir kentsel dönüşüm projesi olsun– orada var olan yaşamı silip süpürecek. [1] Köylü güya iş imkânına kavuşacak, ev sahipleri kentsel dönüşümle evlerini yenileyip depreme karşı güvenli binalarda oturacak. Fakat bu senaryo, var olanı bozarak, o mekânı dönüştürecek projeye kullanıcılarının ihtiyaçlarını, beklentilerini dahil etme çabası gösterilmeden gerçekleşiyor. Yıllardır istikrarla bu yolun izlendiği projelere karşı artık “dokunma!” demekten başka çare kalmıyor. Yeter ki dokunma!

Kanal İstanbul Projesi de yıllardır kentsel muhalefetin odağında yer alıyor. Projenin neden olacağı ekolojik hasarın yanı sıra etki alanında bulunan bölgelerde yaşayanların hayatında da derin hasarlara yol açacağı aşikâr. [2] Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan, adeta gökten zembille inen bu projenin yöre halkını yıllardır yaşadıkları evlerinden, mahallelerinden edeceği –daha önceki tecrübelerden anlaşıldığı üzere– belli. Küçükçekmece sahilindeki İç-Dış Kumsal semti de projenin etkileyeceği alanlardan biri.

Kanal İstanbul güzergâhının başlangıç noktası olan bu bölge, aslında uzun yıllardır gözlerin çevrildiği bir alan. Küçükçekmece Gölü’nün kıyısındaki konumuyla, burasının bir “cazibe merkezi” olması için yapılan girişimlerin geçmişi 2006’ya uzanıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) İstanbul’u küresel kentler çemberine dahil etme çabalarından biri olarak, İstanbul Metropolitan Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi (İMP), 2006’da İstanbul’un birçok bölgesi için davetli uluslararası kentsel tasarım yarışmaları düzenledi. Bu yarışmalardan biri de Küçükçekmece İç-Dış Kumsal semtine odaklanıyordu. Yarışmada ünlü mimar Ken Yeang’ın hazırladığı proje birinci seçildi. 2007 yılında ise İBB İç-Dış Kumsal’ı kentsel yenileme alanı ilan etti. Ardından Küçükçekmece Belediyesi’nin bu alana dair proje fikirleri basında yer almaya başladı. Küçükçekmece’nin İç-Dış Kumsal’ını “İstanbul’un Venedik’i” olarak tanımlayan dönemin Belediye Başkanı Aziz Yeniay, göl çevresinin turizme açılmasını hedefliyordu. Planlanan projede bu alanda dört ila yedi yıldızlı oteller, dokuz bin tekne kapasiteli marina, kuş gözlem üniteleri, sosyal ve kültürel tesisler ve konutların yer alması öngörülüyordu.[3]  1976 yılında doğal sit alanı ilan edilen, koruma amaçlı imar planları yapılmayan bölgedeki yapılaşmaların da kamulaştırma yoluyla tahliye edilmesi planlanıyordu. 2007’de bölge halkı, mülkiyetlerini ve yaşam alanlarını koruma mücadelesi için İç-Dış Kumsalı Koruma ve Yaşatma Sivil Toplumu Destekleme Derneği’ni kurdu.[4] 

2007’den beri yaşam alanlarına dair çıkarılan çeşitli kararlarla ve üretilen projelerle karşı karşıya kalan bölge sakinlerinin en güncel sorunu ise Kanal İstanbul. Kanal İstanbul güzergâhının başlangıç noktası olan bu bölgenin bir kısmı, 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Plan Değişikliği ile Kanal İstanbul özel proje alanına dahil edildi. İç-Dış Kumsal Doğal Sit Alanı’nın statüsü “Nitelikli Doğal Koruma Alanı” olarak değiştirildi. Peki bu değişiklikler ne anlam ifade ediyor?

İç-Dış Kumsalı Koruma ve Yaşatma Sivil Toplumu Destekleme Derneği Başkanı Türker Taşdöğen’e göre bu değişikliklerin bölgede yaşayanlar için kritik birtakım sonuçları olacak. “Evimin yarısı sit alanında, yarısı proje alanında kalıyor. Ismarlama bir karar bu. Baktığınız zaman sınırlara, orada ne yapmak istiyorsa ona göre elle çizerek yapmışlar[5] ” diyen Taşdöğen, üst ölçek planlarda yapılan değişikliklerin keyfiyete dayalı olduğunu, mülkiyet hakkını hiçe saydığını vurguluyor. 1976 yılından bu yana koruma amaçlı imar planı yapılmadığı için binalarını güçlendiremediklerini veya yenileyemediklerini, şimdi de tapularında “Nitelikli Doğal Koruma Alanı” şerhinin bulunmasından dolayı mülklerinin değerinin düştüğünü söylüyor. Diğer yandan “Nitelikli Doğal Koruma Alanı” kararı bu bölgede “… alanın doğal yapısıyla uyumlu, beton, asfalt gibi malzemelerin kullanılmadığı çadırlı kamp, karavan ve günübirlik faaliyetlerin” yapılabilmesine olanak tanıyor.

Kanal İstanbul “proje alanında” kalan yerleşim için imar transferi uygulanması planlanıyor. Taşdöğen’in belirttiğine göre bölge sakinlerine Başakşehir’de yer gösteriliyor, ancak taşınacakları yerde yeterli altyapının ve donatıların bulunup bulunmadığını bilmediklerini, ayrıca devletin, konutlarını semtte yaşayanların inşa etmelerini beklendiğini de ekliyor. Ayrıca bölge proje alanında kaldığı için imar hakkından yüzde 40 oranında Düzenleme Ortaklık Payı[1] kesileceği için, kalan yüzde 60’lık imar hakkının transfer edileceğini ekliyor. Taşdöğen bu düzenlemeleri mülkiyet hakkının gaspı ve sürgün olarak değerlendiriyor.

İç-Dış Kumsal halkı kaybetmekten endişe duydukları tek şeyin mülkleri olmadığını vurguluyorlar sohbet sırasında sıklıkla. Buranın bir sayfiye yeri olduğu zamanları hatırlayanlar anılarını anlatıyorlar bize; yüzmeyi öğrendikleri Haylayf Plajı’ndan, balık tuttukları gölün berraklığından, plajın ardında uzanan bostanlardan bahsediyorlar. [6] Bugüne kadar bütün sosyal ilişkilerini ördükleri mahalleden ayrılmalarına sebep olacak, sanki bir vazo gibi oradan oraya taşınarak mevcut yaşamlarını olduğu gibi devam ettirebileceklerini öngören Kanal Projesi’ne karşı tepkililer.

2007 yılından bu yana yaşam alanlarına dair tepeden inme projelere karşı mücadele eden İç-Dış Kumsal sakinleri için, yıllardır süregelen belirsizlik hâli, her an tetikte yaşamalarını mecbur kılıyor. Bu durum hâliyle onları mücadele için hazırlıklı olmaya itmiş. Sohbetimiz sırasında Taşdöğen, önümüzde planlar açık, en az bir avukat ve şehir plancısı kadar konuya hâkim bir şekilde durumu aktarırken “sıradan vatandaşın” uzmanlığına bir an şaşırıyoruz. Hem dernek başkanı olmasından dolayı kendini sorumlu hissettiğini hem de her an güncellenebilen kararlarla mücadele etmek için bilgi birikimlerinin olması gerektiğini vurguluyor. Yıllardır verdikleri mücadelenin yorgunluğu, ama kararlılığıyla son söz olarak şunları söylüyor:

Burası bizim vatanımızdır. Niye gidelim buradan? Beni sudan sebeplerle, para karşılığı “Git, daha iyi bir yaşam sunacağız” diyerek kandıramazlar. Ben burayı savunmak zorundayım. Burası benim parçam ya! [7] Siz benim elimi ayağımı alırsanız insan olarak bir eksiklik hissederim. Burayı alırsanız da eksiklik hissederim. Biz buranın parçasıyız, bu doğa da bizim parçamız. Biz birbirimizden ayrılamayız. Biz bu kültürün, peyzajın bir parçasıyız. Onun için burayı savunuyoruz.


[1] Düzenleme ortaklık payı (DOP): Düzenleme alanındaki ve bölgedeki yaşayanların kentsel faaliyetlerini sürdürebilmeleri için gerekli olan umumi hizmet ve kamu hizmet alanlarını elde etmek ve/veya düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında; düzenlemeye tâbi tutulan arazi ve arsaların, düzenlemeden önceki yüzölçümlerinden, imar planındaki kullanım kararlarına göre yüzde kırk beşe (% 45) kadar düşülebilen miktardır. Düzenleme ortaklık payı, düzenlemeye tabi tutulan yerler ile bölgede yaşayanların ihtiyacı olan ve herkesin ortak kullanabileceği, kamusal alanı ifade eder ve bölgede yaşayan insanların ortak kullanımı dışında hiçbir fonksiyon için kullanılamaz. https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=34305&MevzuatTur=7&MevzuatTertip=5