28 NİSAN 2023
Aydın Çevre ve Kültür Platformu (AYÇEP) Başkanı Mehmet Vergili, Aydın civarında çevre mücadelesini örgütlemek için yıllardır köy köy gezerek bilgi ve deneyimlerini aktarıyor. Yaptıklarını “devrimci bir öğretmenlik” olarak tarif eden Vergili, AYÇEP’in başarıya ulaşan çok sayıda sivil direniş ve hukuki mücadeleye katkılarını anlattı.
Bize kendinizden bahsedebilir misiniz?
Ben Mehmet. Afyon, Sandıklı kökenliyim. Toprak ağalarına karşı gelen bir ailenin çocuğuyum. Öğrencilik yıllarımızda köylerdeki gençleri devrimci mücadeleye kazandırmak için düğünlere, derneklere gittik, hep halkın içinde olduk. Gittiğimiz yerlerden elimiz hiç boş çıkmadık. 12 Eylül’den önce işçi grevlerinde yer aldım. 12 Eylül’le girdiğim cezaevlerinde de direndim. Gorki’nin romanlarındaki gibi, ekmek peşindeyken Aydın’a düştü yolum. Bir kadını sever gibi âşık oldum bu coğrafyaya. Yaklaşık yirmi yıldır Aydın’da süren çevre mücadelesinin hem doğal hem bilinçli hem de profesyonel önderliğini yapıyorum.
İşçi sınıfı direnişinden çevre direnişine geçiş nasıl oldu?
Çok rahat oldu, çünkü biz profesyonel hak arayıcısıydık. Hak mücadelesini halkın yapması bilinciyle davrandık; tepeden şeflik yapmadık, halkın içine girdik. Her zaman mağdur olanlarla birlikte olduk. Geçmiş mücadelelerin tecrübesinden yararlandık. Bizden önce Bergama gibi örnekler, Turgutlu’da çevre oluşumu toplantıları vardı. Henüz ortada dernek yokken, yirmi sene önce Umurlu’da organize sanayilerde arıtma tesisi yapılmasını sağlamıştık. Yeraltı sularının özelleştirilip ticarileştirilmesine karşı mücadele etmiştik.
AYÇEP’i nasıl kurdunuz?
Aydın’da bir çevre oluşumu yoktu. İçlerinde Beyza Üstün Hocamızın da bulunduğu pek çok arkadaşımız Aydın’daki örgütlenmeye büyük destek verdi. “Derelerin kardeşliği vardı” dedim, “Bizde de nehirlerin kardeşliği olsun!” Büyük Menderes, bütün derelerin, Küçük Menderes’in, Gediz’in, Akçay’ın Ege’de abisi. “Menderes’i kirletenlere, jeotermallere, vahşi madenciliğe, çarpık sanayileşmeye karşı bir oluşum yaratalım” dedik. Bunu deyince pır diye kaçanlar oldu. “Yahu sen Tayyip Erdoğan’a karşı çıkacaksın. Jeotermal ile maden şirketlerinin hepsi çok güçlü. Karşında bu güçleri, devleti göreceksin” dediler. “Biz 78 Kuşağıyız. Korkmayız, çekinmeyiz” dedik. Köylüleri, doktorları, avukatları yanımıza alarak Aydın Çevre ve Kültür Derneği’ni (AYÇEP) kurduk. Jeotermali biz de güzel, faydalı bir şey zannediyorduk. Jeoloji mühendisi bir abimiz, İmamköy’de jeotermallerin bölgeye zarar verdiğini, yapılan uygulamaların tamamen yasadışı olduğunu anlatınca bizim bölgenin ekonomik kalkınmasına ilişkin jeotermal hayallerimiz yıkıldı.
Hangi tarihlerden bahsediyorsunuz?
2014’tü herhalde. O günden sonra bizim bütün işimiz gücümüz çevre oldu. Benim hanımın dediği gibi, çoluk çocuğu unuttuk, heyecanla mücadeleye kapıldık. Kızılcaköy’de, Yılmazköy’de, Kuyucular’da, Kuyucak Değirmendere’de direniş çadırları kurduk, çevre nöbetleri tuttuk. Jeotermallere karşı doksana yakın dava açıldı. Madenlere karşı açılan yüze yakın dava kazanıldı. Mücadelelerimizin %90’ından başarıyla çıktık. Buharkent’ten Didim’e kadar 250 kilometre boyunca yüzlerce köyde mücadele edildi. “Altına hücum”u bir şekilde şu an için durdurduk. Rüzgâr Enerji Santrallerine, RES’lere karşı da mücadele veriyoruz.
Jeotermaller hayatınıza nasıl girdi?
2014’ten önce Meclis’teki partilerin hiçbiri bu konuyla ilgilenmemiş. CHP dahil, 2007’deki jeotermal yasasını herkes onaylamış. Açılan santrallerden yirmi ikisinin ne işletme ruhsatı, ne inşaat ruhsatı, ne çalışma ruhsatı var. “Bu Tayyip Erdoğan’ın projesi, şirketler onun yakınlarındakilerin şirketi” demişler, dokunmamışlar. Tepki gösteren halkı da zorla, tehditle korkutmuşlar. Bazı köylüler de on liralık arazilerine elli lira verilince hemen elden çıkarmışlar. Derneğimizi kurma aşamasındayken bu şirketler Yılmazköy’de suçüstü yakalandı. Yılmazköylülerden elli kadarı dava açtı. AYÇEP olarak o sürece yetiştik. Zeytin ağaçlarının kesilmesini beraberce engelledik. Yılmazköy için Arif Ali Cangı’nın açtığı davalar bize örnek oldu. Jeotermallerin hukuktaki yerini, santrallerin nereye açılıp nereye açılmayacağı gibi konuları ondan öğrendik. Evlerde tuvalet sifonlarını çektiğimizde ortaya çıkan pis lağım kokusunun kaynağının jeotermal sahasından çıkan hidrojen sülfür gazı olduğunu fark ettik. Evlerin elli metre dibine kuyu kazmaya geldiler. Genci yaşlısı, kadını erkeği direnen köylülerin çığlıklarına rağmen, yasal olmadığı hâlde, Değirmendere Köyü’nde jandarma eşliğinde zorla kuyu açtılar.
Direnişlerden bahseder misiniz?
Aydın’daki mücadele tarihine dair kırka yakın üniversite araştırma yaptı. Kızılcaköy’deki direniş beş sene Türkiye kamuoyunun vicdanını sızlattı. Orada hukuksal olarak da toplumsal olarak da başarı elde ettik. Türkiye’nin her yerinden çevrecileri, gazetecileri, sanatçıları çağırdık. Yılmazköy’de kurulan santralin ruhsatı açılan davayla iptal edildi. Kuyucular ve Bey köylerinde de binlerce insan direndi. Ruhsatları olmadığı hâlde yüz dönümlük köy merasına, valilik, kaymakamlık izniyle jeotermal kuyusu açmaya geldiler. Halk şirkete izin vermedi, yapamadılar. Mezeköy ve Köşk’te cennet kadar güzel yerleri de yok ediyorlardı. Orada da halk tepkisini gösterdi. Gecenin üç buçuğunda jandarma baskını oldu. Geceyi nezarethanede geçirdik. Sonuçta şirket pılısını pırtısını toplayıp gitti; seçim sonrası tekrar gelmek şartıyla. Bütün bu mücadelelerin sonuçlarından birisi, bölgede jeotermalleri destekleyen belediye başkanlarının çoğu seçilmedi. Biz dava açtığımızda eğer kamuoyu baskısı yoksa santral inşaatlarını bitiriyorlar.
Karkey Jeotermal Şirketi’ni Umurlu’da Emirdoğan Çayı’nın yanına ağır metallerini bırakırken tespit ettik, görüntüledik. Savcı sağolsun şikâyetimizi işleme koydu. Birinci Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava görülmeye başlamış, ama şikâyetçi olduğumuz hâlde bize haber vermediler. Avukatımızın aracılığıyla öğrendik. Mahkeme çevreyi kirletmenin ağır cezalık bir suç olduğunu, bu nedenle bir üst mahkemede görülmesine karar verdi. Geçen ocak ayında mahkememiz vardı. Bizi yine atladılar. Çevre Şehircilik Bakanlığı müdahil olmuş. Ne olursa olsun büyük bir başarıydı. Şirket müdürünü hâkim önünde yaprak gibi titrerken gördük. Aydın’da bir ilkti bu. Şu anda on üç küsur sene hapis istemiyle yargılanıyorlar.
Köy köy gezip insanları bilgilendirirken hiç tehdit edildiniz mi?
Çok oldu da, biz tehditlere, saldırılara pabuç bırakmadık. Beş-altı sefer yargılandım, “halkı şirkete karşı ayaklandırma” gibi suçlamalardan. Hepsinde Allah’a şükür biz ve köylülerimiz beraat ettik. Geniş halk kesimlerinin baskısını enselerinde hissettikleri için şirketler bizi el altından tehdit etmeye çalıştılar. Biz çok büyük yaygaracı olduğumuz için açık açık sertleşemediler. Rüşvet vermeye kalktılar, üzerimizde farklı kanallar aracılığıyla baskı kurmaya çalıştılar. Biz yokken direniş çadırlarına gittiler, “Mehmet Vergili bizden para istedi. Para vermediğimiz için sizi bize karşı kışkırtıyor” dediler. “Mehmet Vergili’yi satın alacak para henüz tedavüle çıkmadı” dedim. Bizler halkın çocuklarıyız, halk mücadelesinin askerleriyiz.
Mitinglerinizden, eylemlerinizden bahseder misiniz?
Biz önemli mücadeleler yürüttük. 2018’de 2500-3000 kişilik miting yaptık. 64 jeotermal ihalesini, 110 farklı yerde kuyu açılmasını masanın bir ucunda vali yardımcısı, bir ucunda ben, iptal ettirdik. İdare de bıkmış bu şirketlerden.
Biz çevreyle birlikte incir, zeytin işletmelerindeki işçilerin hakkını da savunmuş oluyoruz. Çine’de feldspat madenleri var. İnsancıklarımızı on sene çalıştırdıktan sonra silikozis hastası olduklarında kapının önüne koyup, kaderleriyle baş başa bırakmak vicdansızlıktır. Biz bunlarla da kapışıyoruz.
Derneğimiz sadece Aydın’da değil, İzmir, Manisa, Denizli, Muğla, Kaz Dağları, Cerattepe, aklınıza gelen bütün mücadelelerde yer aldı. Bu mücadelede Ege Çevre Bileşeni, Ege Ekoloji Birliği’nin kuruluşundan itibaren çok büyük görevler üstlendi. Türkiye’nin her yerindeki çevre dostlarıyla, yoldaşlarımızla, kardeşlerimizle el eleyiz, işbirliği içerisindeyiz.
Yerel yönetimlerden destek gördünüz mü?
Halkın kendi mücadelesini verdiği her yerde vali de, belediye başkanı da halkın yanında oluyor. Mücadelenizi büyütürseniz, haklılığınızı kanıtlarsanız herkes yanınızda yer almaya çalışır. İktidar belediyeleri her zaman karşımızda oldular, ama muhalefetin hepsinden destek aldık, kimi zaman eylemlerimize de katıldılar.
Belediyeleri günah keçisi ilan etmek doğru değil. Belediyelerin projelerinin engellendiğinin bizzat şahidiyim. Aydın Büyükşehir Belediyesi arıtma tesisi kurmak için Tarım Bakanlığı’ndan 150 dönüme yakın yer aldı. İktidar burayı Belediye’nin elinden alıp Milli Eğitim Bakanlığı’na verdi. Belediyeleri işlevsiz hâle getirdiler. 2103’te Çevre Şehircilik Bakanlığı’nın Menderes’e dair 130’a yakın çevre projesi vardı. Ne kendileri yaptılar ne de yapılmasına izin verdiler.
Belediye hava ve su kirliliği ölçümleri yapıyor, verileri halkla paylaşıyor mu?
Belediyelerin eşik değerlerin aşılıp aşılmadığını ölçen istasyonları var. Ancak verilerin kamuoyuyla paylaşılması Çevre ve İçişleri Bakanlıklarınca yasaklandı. Ben Büyükşehir Çevre Koruma Daire Başkanı’ndan öğrendim. “Kesinlikle bunları yayınlamayın” diye genelge göndermişler. Belediyeler biraz korkak davranıyorlar. Daha cesur olabilirler.
İnsanlara çevre sorunlarını nasıl anlatıyorsunuz?
“Jeotermaler ile zeytinlik alanlar arasındaki asgari mesafe üç kilometre olmalı. Birinci sınıf topraklarda olmamalı. Havaya salınım yapmamalı. Kardeşim, tarlalarını, sana üç-beş sene yetecek para karşılığında elinden alacaklar. Seni yerinden yurdundan edecekler. Yarın nereye gideceksin? Gençlerimiz boya fabrikalarında çalışacaklar, maden ocaklarında silikozis hastası olacaklar” diyorum. Bir süre sonra bir bakıyorum köylüler bana anlatıyor. O kadar hoşuma gidiyor ki! Müthiş bir şey. Bilinç aktarımı bu işte. Aydınlar “öğrendiklerimizi köylere götürüp anlatalım” demediği için kaybımız büyük. Biz gittiğimiz yerde meramımızı uzatmadan, kısa ve öz anlatıyoruz. Halkla kurulacak iletişim yöntemi çok önemli. Köylüyü konuşturmamız lazım. Çok güzel konuşuyorlar. Kendi dilleriyle şiir yazanlar, tiyatro yapanlar var. Bu insanlar izin verildiğinde kendilerinin bir güç olduğunu anlıyor. Bilhassa da kadınlar.
Mücadele etmek sizin için ne anlama geliyor?
Kendimizi bu eylemler içinde ifade ediyoruz. Yaptığımızın devrimci bir öğretmenlik olduğunu hissediyorum. Kadın erkek mücadele veren, haklarını savunan sıradan insanların hikâyesi bence büyük romanlardaki insanların hikâyeleri gibi. Onları anlatırken, dinlerken o duyguyu yaşıyorum. Serçeköy’ün ortasına jeotermal tesis kurmaya çalışıyorlardı, köylülere sormadan. Burada bir toplantı yapmamız lazımdı. Doktorları, avukatları, mürekkep yalamış insanları çağırdım, gelmediler. Evrensel gazetesinden Özer Akdemir Hayat Televizyonu için program yapacak. Baktım konuşmacı yok. Yılmazköy’de davalarına müdahil olduğumuz, destek verdiğimiz köylüler Ayşe Abla ve kızı Şermin’i aradım. “Mehmet Abi, ben hiç böyle bir yerde konuşmadım. Nasıl olur?” dedi. “Kızım! Yaşadıklarınızı anlatacaksınız. Jeotermal gelmeden önce nasıldı, geldikten sonra ne oldu…” dedim. Toplantıda çok da güzel anlattılar.[1] Ayşe Ablamın İstanbul’da oğulları var, derneğimizin yönetim kurulu üyesi. Televizyonda görmüş, beni aradı. “Mehmet Ağabey! Yılmazköy’ü kurtardık da Serçeköy mü kaldı! Anarşik yapmışsın gari sen bizimkileri” dedi. Gülüştük. Serçeköy’de jeotermal santralin yapılmasını engelledik. İnsanları evlerinden çıkartıp eylemlerde konuşturmamız muazzam etki yaptı. Halk mücadeleyi sahiplendiğinde, kendi mücadelesinin önderi olmaya başladığında iş değişiyor. Çıkardığımız gazetede mücadelemizi, köylerde mücadeleye önderlik etmiş, bu mücadeleyi özümsemiş kadın arkadaşlarımızın hikâyelerini anlatıyoruz; tarihe not düşelim istiyoruz.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Biz devrimciyiz, sosyalist insanlarız. Bizden sonra bu mücadeleyi devam ettirecek, bu geleneği sürdürecek insanlar var. Aydın’da Buharkent’ten Didim’e on beş ilçede temsilcilerimiz, üyelerimiz var. Yaylalarda bir sürü kadın efeler, emekçiler var. Çevre mücadelesi, emek, halk mücadelesidir. Bizimki bütünüyle halka mal olmuş bir mücadele. Biz Yörük Ali’nin yüz sene önce yaptığının farklı versiyonunu yapıyoruz. O günlerde fiili işgal şartları vardı, şimdiki işgal parayla.
[1] Akdemir, Ö. (2016, 10 Mart). Aydın Serçeköy Jeotermal Mücadelesi. https://www.youtube.com/watch?v=inthk2B8txc