26 NİSAN 2023
Buharkent Ziraat Odası’nın kurucu başkanı Naim Özdamar emekli öğretmen. Çiftçi bir aileden gelen Özdamar aynı zamanda Buharkent Ziraat Yaş Sebze ve Meyve Kooperatifi’nin de (BUMES) yönetim kurulu başkanlığını yapıyor. Tarım ve çevre konularında kitapları bulunan, gazetelerde tarımla ilgili köşe yazıları yazan Özdamar, Buharkent’te zeytin ve incir bahçelerinin geçirdiği dönüşümü, tarımsal üretimin JES’lerden olumsuz etkilenmemesi için gösterdikleri çabayı anlattı.
Yaşadığınız bölgedeki JES’ler hakkında bilgi verir misiniz?
Aydın jeotermal kirlenmeden en çok nasibini alan bölgelerden biri. Türkiye’de ilk jeotermal kaynak 1966’da bu bölgede çıkarıldı. Denizli valisi Denizli-Aydın sınırındaki üç santrali Denizli’ye kaydırdı. JES’leri bulunduğu bölge idaresi denetlediği için, maalesef Aydın Valiliği denetleyemiyor, biz de zararlarını çekiyoruz.
Aydın ve Manisa’da kümelenmiş yaklaşık 40 santral, günümüzün en iptidai santralleri. Aydın’da Kızıldere’den Didim’e kadar, yaklaşık 250 kilometreye serpilmiş durumda. Bizde iki tip enerji santrali var. Flash tipinde sıvı ve buharı ayrıştırarak elektrik elde ediyorlar. Bu sırada çevre kirliliği oldukça artıyor. Binary sistemlerde hiç ayrıştırmadan alıp bunu yeraltına reenjekte ediyorlar. Aynı enerjiyi bir döngü içerisinde tekrar tekrar kullanabiliyorlar. Ancak binary sistemler de masum değil. Jeotermal akışkanların denetlemenin olmadığı mesai saatleri dışında ve tatil günlerinde tabiata salınmasından şikâyetçiyiz. Eskiden Büyük Menderes’e açıkça bırakırlardı. İki minare boyundaki akışkanların her gece boşa bırakıldığını görürdüm. Çünkü o yoğun akışkan gecenin karanlığında bile kendisini çok açık belli eder. Akışkanların analizlerinde insana, tabiata zararlı, radyoaktif radon gazı, hidrojen sülfür ve arsenik kimyasallar saptandı.
Jeotermal şirketler nasıl kuruluyor?
Devlet ihale yapar, tesislerin işletmeye açılması için iki yıllık süre verir, şirket bölgeye gelir. Aydın’da zeytin alanlarının üç kilometre yakınına gaz, toz, kimyasal üreten tesisler kurulması yasaklanmışken özellikle incir ve zeytin alanlarını işgal ederler. Araçlarının kaldırdığı toz, meyvelerin çiçeklerine, yem bitkilerine zarar verir. Arazi sahiplerine “Bize satın! Biz sizi işe alacağız,” diye yalan söylerler. Valilikten aldıkları “kamu yararı enerjiden yanadır” belgesiyle, “ÇED gerekli değildir” raporlarıyla arazileri yavaş yavaş ele geçirirler. Aydın’da, Germencik’te arkadaşlarımız çevre mücadelesi için dernekler kurdular. Başlarına gelmeyen kalmadı. Çevreyi samimiyetle savunanlar siyasi görüşlerinden dolayı suçlandılar. Ben hiçbir derneğin üyesi değilim, ancak bilgime başvurandan yardımımı esirgemem.
Çevre tahribatını saptayan araştırmalar var mı?
Araştırmalar hem yerüstü hem yeraltı su kirliliğinin santrallere yaklaştıkça arttığını gösteriyor. Radon gazının bulunduğu yerde yaşayanlar kanser tehdidiyle karşı karşıya. Pamukören ve Germencik’te radon oranlarının, kanser tehlikesinin daha yüksek olduğunu belirten araştırmalar var. Ancak yatırımcılar daha çok santral kurma peşindeler, çünkü kazanç çok tatlı, hibe desteği var, vergilerden muaflar. Kudretliler; mücadele edenleri mahkemelerde süründürebiliyorlar.
Size de bir dava açıldı, değil mi?
Zorlu Enerji’yle yaşadım. İlçe Tarım Müdürümüz’le, zeytin keserlerken tutanak tuttuk. Haneye tecavüzden dava açtılar. Oysa kanunlar bize denetleme yetkisi veriyor. Sonra hakaret, öldürmeye teşebbüs suçlamaları geldi. Taşeron çalışanlarına aleyhimize yalancı şahitlik yaptırdılar. Mahkemelerde söz hakkımız pek yoktu. Bereket, İzmir İstinaf Mahkemesi’nde suçlamalardan kurtulduk. Bu süreçte, çevreci bir doktor arkadaşımızı görevden aldılar. Diğer çevreci arkadaşları karalamaya çalıştılar. Bunlar bizi yıldırmadı. Kitap yazmak, köşe yazarlığı, dernek faaliyetleri, televizyon moderatörlüğü gibi işlerimden alıkoydukları için hakkımı helal etmiyorum.
Mücadelenizde kanunlardan yararlanabiliyor musunuz?
Türkiye’de bence ilan edilmemiş sektörler arası bir savaş var, ekonomik bir savaş. Enerji, maden, turizm, şehircilik, ulaştırma gibi sektörlerin gözleri tarım arazilerinde. “Tarım arazilerini nasıl ele geçirebiliriz?” savaşında, bizim lehimize pek kanun yok. Elimizde sadece 1939 tarihli 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun var. Türk tarım mevzuatında bir bitkiyi koruyan tek kanun. Yeni kanun tasarısı Meclis’e dokuz defa geldi. Her seferinde milletvekilleriyle diyaloğa geçtik. “Kanun tasarısına destek verirseniz seçimlerde hesabını sorarız” dedik. Gelecek sert tepkilerden çekinerek kanunu desteklemediler. Bu kanunla 3573 sayılı zeytinle ilgili mevcut kanunu kaldırmayı amaçladılar. Neyse ki geçmedi. Çok önemli bir kanun, diğer tarım ürünlerinin korunmasında da emsal teşkil ediyor. Kanuna sıkı sıkı sarılıyoruz, çünkü yaşadık. 1922’de Yunan bu bölgeden kaçarken zeytin, incir bahçelerini yaktı. 1943’te korkunç bir soğuk ve kuraklıkta incir ağaçlarını kaybettik, rekolte düştü. Şimdi de jeotermalcilerin, madencilerin saldırılarıyla ağaçlarımızı kaybediyoruz.
Jeotermal santrallerin yanında zeytin ağaçları var. Nasıl oluyor? Toprak Koruma Kurulu’nun burada bir işlevi yok mu?
Cumhurbaşkanı kararnamesiyle “zorunlu hâller hâlinde zeytinlik alanların yakınlarına santral kurulabilir; meralar jeotermal santrallere teslim edilebilir” dendi. Eskiden Toprak Koruma Kurulları, İl Tarım Müdürlükleri, Ziraat Mühendisleri Odası ve Ziraat Odaları toprağa karşı saldırılara “Hayır” derlerdi. Fakat şimdi oralarda kamu mensubu üyeler çoğunlukta. Ziraat Odaları’nın temsilcisini kurullardan çıkardılar, yerine Ticaret Borsası’ndan birini koydular. Sivil toplum olarak sadece Ziraat Mühendisleri Odası kaldı. Kurulun, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun hükmü kalmadı.
Jeotermal şirketleri işlerini nasıl yürütüyor?
Jeotermalde üç dönem var: 1966-2007 devlet; 2007-15 özel sektör; 2015 sonrası dönem. 2007’deki özelleştirmeden sonra, devletin verdiği zararları biz önce kavrayamadık. Zaten küçük bir santral vardı, ancak şimdi Kızıldere’de beş, Kabaağaç bölgesinde altı santral var. Horsunlu, Pamukören bölgesinde de çoğaldılar. Çoğaldıkça zararlarını görmeye başladık. Önce çiftçiye vaatte bulunuyorlar: “Sizi işe alacağız.” Jeotermal sistemler istihdam yaratmıyor. Bölge halkından üç-beş kişiyi çalıştırıyorlar. Özellikle incir ve zeytin alanlarını seçiyorlar. Ovanın en verimli alanlarını işgal ediyorlar. Toprağını satmak istemeyen çiftçiyi ikna edemezlerse “kamulaştırırız, elinizden alırız” gibi cümlelerle tehdit ediyorlar. Şimdilerde tehdit dönemi geride kaldı. Bazı şirketler daha anlayışlı. “Zarar neyse biz ödeyeceğiz,” diyorlar. Çiftçiden özür diliyorlar. Biz raporumuzu tutup verdiğimizde, çiftçiye zararını ânında ödeyebiliyorlar. Bütün şirketler için geçerli değil bu durum tabii. Enerji lobileri, dernekleri gerçekten çok güçlü. Mesela Denizli Valiliği’nden “burası bedelsiz olarak falanca şirkete devredilecektir” belgesi alabiliyorlar.
Kızıldere’deki jeosantralleşme süreci nasıl gerçekleşti?
Arazinin bir kısmını vatandaştan, bir kısmını hazineden aldılar. Şu anda yeni bir santral yapımı için Kızıldere’de 800 dekarlık bir meranın bir kısmının alımına dair Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıktı. Kızıldere’nin nüfusu binden fazla, insanlar çiftçiliğe devam ediyor. Maalesef insanımızı görmediğine, radon gazına, ürünlerde analizlerin yapılması gerekliliğine inandıramıyoruz. Santralde de radyasyon ölçümlerinin yapılmadığını biliyoruz.
Verilen mücadeleyi kazanımlarıyla, kayıplarıyla nasıl değerlendirirsiniz?
Şirketler mahkemelerde dava kaybetmeye başladılar. Bunun üzerine önlerine çıkan engelleri ya yerel kamu görevlerini tatlı-sert tavırlarla pasifize ederek ya da Ankara’dan gelen kanunlarla, kararnamelerle aşmaya çalıştılar. Emellerine büyük oranda ulaştıkları için halktan uzak duruyorlar. Zararlarını telafi etmek için ödenecek meblağlar yüksek olduğunda köylüleri oyalıyorlar; parasını az çok alabilen alabiliyor, alamayan da “Allah’ınızdan bulun” diyor.
Büyük Menderes ne durumda?
Büyük Menderes’in analizlerinin yapılması nedense engelleniyor. Denizli’deki tekstil, boya sanayisi kaynaklı kurşun atıkları, arsenik Büyük Menderes için çok büyük bir sıkıntı. Büyük Menderes’i kurtarma konusunda karamsarım. Bizim çocukluk yıllarımızda ırmak o kadar temizdi ki, tarlada çapa yaparken, pamuk hasadındayken testilerimizi doldurup içerdik. Serinlemek için ırmağa girerdik, sulamada kullanılırdı. Çulha kuşlarını söğüt dallarında görebilirdik. Balık boldu, 60-70 kiloluk yayınbalıkları tutulurdu. Hepsi anılarımızda kaldı. Şu anda Büyük Menderes’te sivrisinek bile yaşamıyor.
Çiftçiler zirai ilaç kullanıyor mu?
Zirai ilaç kullanımı konusunda çiftçimiz, Zirai İlaç’taki görevlilerimiz çok hassas. Geçmiş yıllarda kullanılmış, büyük problem yaratan, etkin maddesi ethrel olan bir kimyasal vardı. Tüm gıdalardan kaldırıldı, ancak bu yasaklı madde maalesef merdiven altı olarak hâlâ kullanılabiliyor. Bazı ihracatçılarımız da inciri erken hasat etmek için bu maddeyi kullanmak istiyorlar. Fazla dozlarda ağaçlar kuruyabiliyor.
Kooperatifinizden bahsedebilir misiniz?
Türkiye’de ayakta kalabilen az sayıdaki kooperatiften biriyiz. Henüz birkaç yıllık bir kooperatifiz. Amacımız, bölgemizin ürünlerini mamul hâle getirmek, değerlendirmek. Zeytin, incir, asma yaprağı, kuru üzüm, biber sosu gibi ürünler üretiyoruz. Ayakta kalmaya çalışıyoruz. En büyük sıkıntımız rekabet. Çünkü bizim girdimiz çıktımız kayıt altında, ama piyasadaki aracılar, tefeci, tüccar, market, pazarlamacı neredeyse vergiden muaflar.