İstanbul’un artık mahalle statüsü alan pek çok köyü halen tarım ve hayvancılıkla uğraşıyor. Türkiye gıda tüketiminin dörtte birini elinde tutan metropolü besleyen kollar kanalla birlikte kesilebilir. Kanal İstanbul gerçekleşirse İstanbul’un tarım alanlarının yüzde 17’sini kaybedeceğini söyleyen İBB Vizyon 2050 Ofisi Kırsal Alanlar, Tarım Politikaları ve Sağlıklı Gıdaya Erişim Uzmanı Emre Kovankaya, kaybın meralarla birlikte 13 bin hektarın üzerine çıkacağını söylüyor. Kovankaya, gelir modeli inşaat üzerine kurulan şehrin bu yapısını kırsal alanları destekleyerek değiştirmenin mümkün olduğuna, üreticileri destekleyerek ya da kooperatiflerle tarımı daha rekabetçi hale getirmek gerektiğine vurgu yapıyor. Emre Kovankaya, İstanbul ve çevresindeki tarım faaliyetleri, kayıplar ve bunun nasıl tersine çevrilebileceğiyle ilgili şunları anlattı.
18 Aralık 2020
İstanbul’un gıda tedarikinden bahsederek başlayalım mı? Ne kadarını kendi üretiyor, ne kadarını dışarıdan alıyor?
İstanbul Türkiye’nin neredeyse üçte birini tüketiyor diyebiliriz, gıdada ise dörtte biri olabilir. Tarımsal üretimi çok kısıtlı. Son zamanlarda yaşadığımız üst üste gelen krizler dolayısıyla İstanbul’un kırsalını ve tarımsal potansiyelini hatırlamaya başladık. Fakat şu anda İstanbul, Türkiye’de üretilen tarımsal üretimde binde iki, üç paya sahip. Kendine yeterliliği en kırılgan yanı.
“Türkiye’nin gıda üretiminin yalnızca binde ikisi burada, bunun da kanalla tehlikeye girmesinin ne önemi var ki” diyebilir miyiz?
Eğer İstanbul’a Türkiye tarımındaki yeri açısından bakarsak bir sonuca varamayız. 2018’in sonunda gördüğümüz aşırı doğa olayları iklim kriziyle yüzleşmemize neden oldu. Bu olaylar sırasında gıda üretiminde düşüş, fiyatlarda artış yaşandı. Bunun üzerine Mart 2020’de pandemi eklenince, işte o zaman insanlar tarım konuşmaya başladılar. Bunun üzerine bir de mega projeleri eklediğimiz zaman, o zaman tarımın ne kadar ön plana çıktığını görüyoruz. İstanbul kendi topraklarını maksimum kullandığı takdirde kendi ihtiyacının %16’sını karşılayabiliyor.[1]
Eğer proje yapılırsa, İstanbul’daki tarım alanlarının %17’si, meraların %24’ü yok olacak. İstanbul’un yüzölçümünün %13’ü olan tarım alanlarının neredeyse 5’te 1’i gidiyor. Meraların da öyle. Çok ciddi bir sayı bu. Mega projeler bizim kırsal alanlarımızı hatırlamamıza vesile oluyor.
İstanbul’un nerelerinde tarım faaliyeti yapılıyor? Ne ekiliyor buralarda?
İstanbul’un Tekirdağ, Kırklareli sınırındaki büyük ilçelerinde yani Silivri, Çatalca, Büyükçekmece ve tabii Arnavutköy. Avrupa yakasında en fazla üretim yapılan dört ilçe burası. Anadolu yakasında da Beykoz’la Şile ön plana çıkıyor. Altı ilçede en fazla tarımsal üretim yapılıyor.
İstanbul’daki hakim tarım örüntüsü Türkiye ile uyuşuyor. Genel olarak kuru tarım yapılıyor. Tarla bitkilerinin olduğu, tahılların üretildiği… Birinci olarak buğday, yulaf. İkinci olarak yağlı tohum dediğimiz endüstri bitkileri, kanola, ayçiçek. Üçüncü de hayvan yemine yönelik, tarla bitkileri, silajlık mısır, yonca, fiğ, çayır otları, yeşil otlar, arpa gibi bitkiler. Dördüncü olarak meyve, sebze. En fazla fındık var, İstanbul’da.
Peki, bölgedeki hayvancılık?
Hayvancılığa verilen destek dolayısıyla İstanbul’un geneline baktığımız zaman hayvan sayılarında artış var. Azalan tarım alanları nedeniyle kapalı alandaki hayvancılığın yükseldiğini görüyoruz. Bu da karanlık bir tablo. Kanal güzergâhı dediğimizde İstanbul’daki büyükbaş hayvanların %12’sini kastetmiş oluyoruz. Özellikle kuzeye doğru geldiğimizde manda yetiştiriciliğinin ön plana çıktığını görüyoruz. Sığır yetiştiriciliği zaten var ama İstanbul manda yetiştiriciliğinde Türkiye’nin ilk üçünde. Mandanın kapalı yerden ziyade merada yetiştirilmesi gerekiyor.
İstanbul’da manda yetişmesinin ne önemi var? Neden burada gelişmiş? Burada artık bu faaliyet yapılamasa ne olur?
Kanalın Karadeniz’e açılacağı yer Karaburun. Yeniköy’le birlikte balıkçı köyleri. Köyler artık mahalle statüsünde tabii. Eskiden Kemerburgaz beldesine bağlı olan Akpınar ile Ağaçlı’nın ardından Gümüşdere, Kısırkaya hattında mandacılık gelişmiş. Silivri, Çatalca gibi Eyüpsultan ilçesi, özellikle Kemerburgaz mandalarıyla meşhur zaten.
Büyük ihtimalle bir kısmı kültürel, muhacırların gelmesiyle başlamış. Sığırcılıktan daha farklı, daha zor. Ama sütünün yapısından dolayı, katma değeri yüksek ürünler elde edilebiliyor. Normal sığırlardan daha az süt veriyor. Tabii bunlar burada zaten vardı, biz bunları kanal vesilesiyle hatırlıyoruz aslında. Bu bizim için biraz da utanç verici bir şey.
Buradaki meraların ve kırsal alanın korunmasını proaktif bir şey olarak düşünmek lazım. Yani bütün bu inşaat paradigmasıyla mücadele edebilecek bir rekabet alanı olur mu, o rant ekonomisiyle rekabet edebilecek bir tarım sistemi kurabilir miyiz? Eğer bunu kurmak istiyorsak, mandacılık çok ön planda böyle bir durumda.
3. Havalimanı’nın yapıldığı arazide önceden manda yatakları bulunuyordu. Oradaki çok sayıda manda yetiştiricisi projeden nasıl etkilendi?
ÇED raporlarında da burada yok edilen manda varlığı geçiyor. Bu hattı etkileyen asıl şey, zaten Kanal İstanbul’dan önce 3. Havalimanı ve Kuzey Marmara Otoyolu’ydu. Kanal İstanbul’un etkisi daha yeni başlıyor. Doğrudan inşaattan ziyade şu anki spekülasyon bile yetti. Havalimanının yapıldığı yer, oradan Terkos’a giden o havza mandaların yetişmesi için elverişli arazilerdi. Etki değerlendirme raporlarında bunlar ballandıra ballandıra anlatılıyor. “Burada mandacılık yapılıyor, tarım çok önemli” diye. Mesela ÇED raporunda tarım ve mera alanları bizim uydu görüntülerinde hesapladığımızdan daha fazla gözüküyor. Buna rağmen korumak için hiçbir şey denmemiş. “Kamulaştırırken dikkat edilmesi lazım, karşılıklarını verirken varlıklarını iyi ölçmek lazım, ondan sonra, başka mera alanları gösterelim, bir şikayet hattı kuralım, Türkiye’de zaten hayvancılığı çok geliştirmemiz, tarıma destek olmak lazım” gibi şeyler yazıyor. Kesinlikle herhangi bir öneri yok. İstanbul bugüne kadar tarımsal üretimin yapıldığı bir yer olarak görülmemiş. Bu durum, 2019’da yeni yönetimle beraber değişti. Çünkü mega projelerin karşısında durabilecek tek şey İstanbul’un kırsal alanlarının potansiyelinin geliştirilmesi. Yani mega projelerin, İstanbul’un kentsel makroformunun büyümesinin engellenmesi kırsal alanların savunulmasına bağlı. Bu yolun bir kısmı tarımdan hem bitkisel üretim hem de hayvancılıktan geçiyor. İstanbul’un tarım alanlarını, kırsal alanlarını, kentsel makroformun büyümesini engellemek için kullanabilir miyiz? Şu anki ciddi kayıplar, motivasyonumuzu bozmamalı.
Neler yapılabilir?
Ütopik fikirlere gitmemek lazım tabii ki. Şu anda düşünme biçimi olarak inşaat zaten hakim. Kırsal alanların buradaki rantla rekabet etmesi elbette ki zor bir iş. Rekabetçi sektörler bulabilmek lazım bunun için. Bunun için öncelikle üreticilerin bir araya gelmesi, örgütlenmesi gerekiyor. Çünkü mesela manda sütünü ürettiniz, ne yapabilirsiniz? Ağaçlı, Akpınar gibi köylerde, sütü önce soğutursunuz, sonra bir araçla gidip çiy sütü Arnavutköy’de satabilirsiniz. Ama daha Terkos’un öbür taraflarına gittiğimiz zaman, Ormanlı, Nakkaş ya da iyice içerilerdeki dağ köylerindeki sütçü bunu doğrudan satamaz, tüccar gelir alır. Ya da buna bir katma değer katılması gerekir. Ondan sonra bir markalaşma gerekir. İstanbul’daki mevcut sığır yetiştiricileri birliği, damızlık manda yetiştiricileri birliği gibi üretici birlikleri devreye girer. Örneğin Çatalca’daki manda üreticilerinin manda sütünü işleyecek bir tesise ihtiyaçları var. Ormanlı’da pirinç yetiştirenlerin kırma tesisine ihtiyaçları var. İkinci olarak, tarımsal üretimde aracıları ortadan kaldırmak gerek. Mesela Arnavutköy’de buğday üretti, öncelikle tüccar alıyor. En az dört-beş aracı giriyor devreye. Eğer bu aracıları azaltırsak ve gıdanın üreticiden tüketiciye doğrudan teminini sağlamamız mümkün olursa, o zaman işler değişir. O zaman bu kırsal alanların savunulması için çok önemli bir adım olur.
Bir diğer önlem de demografinin korunması olur. İstanbul’un 152 orman köyü, şu anda kanal güzergâhında 18 köy var. Artık bunlar mahalle statüsünde, ben köy demekte direniyorum. Bu köylerin demografisinin korunması, yani üretimin nesilden nesile aktarılması lazım. Bir aile hayvancılık yapıyor diyelim ki, bunların oğulları, kızları bu hayvancılığı devam ettirmek isteyecek mi, devam ettirebilir mi, yoksa Hadımköy’e gidip sanayide çalışmaya mı başlayacak? Yine kooperatifler, birlikler elbette önemli bunun için. İstanbul’un köylerinin hangi özellikleri ön plana çıkıyor, neleri var, tekrar bakıp ondan sonra bu mega projelere karşı proaktif bir savunma gerçekleştirilebilir bence.
Projenin ÇED Raporunda, burada kaybedilecek mera alanlarına alternatif başka mera alanları önerilebileceği ifade ediliyor.
Mümkün değil. Sizin bir konutunuz vardır, konutu kamulaştırırlar, size başka bir konut gösterirler, bu tamam. Ama mera böyle bir şey değil. Ağaçlı Köyü’ndeyseniz sizin hayvanı otlatacağınız yer bellidir zaten. Köylü mandaları alıp Silivri’ye götüremez. Endüstriyel hayvancılık yapılıyor olsaydı öyle bir şey önerebilirlerdi. Burada öyle bir durum yok, küçük üreticiden bahsediyoruz.
Çevre Düzeni Planı değişikliği yapıldı, proje plana işlendi. Farz edelim ki kanal yapılmadı, sizce tarım alanlarına yönelik tehlike baki mi?
10-15 senedir aynı şeyi tartışıyoruz kanalla ilgili. Burada yürütülen spekülasyon, arkadan konuşulanlar, parsellerdeki arazi el değiştirmeleri, tapuların kendisi zaten problem şu anda. Bu da havaalanıyla ve Kuzey Marmara Otoyoluyla zaten başlamış olan bir süreç. Kanal zaten yapacağını yaptı. Geçen gün Güvercintepe’de, Şahintepe’de tapu el değiştirmeler vs. açıklanmış. Sırf bu sözün kendisi bile daha proje yapılmadan bazı şeyler için yetti zaten.
Kentin içinde tarım yapılmasının önemi nedir?
Pandemiyle birlikte büyük sivil toplum kuruluşları, uluslararası örgütler tarımla ilgili birtakım raporlar yayınlamaya başladılar. Çünkü üretilen ürünün üretildiği yerde doğrudan tüketiciye ulaşması ekstra bir değer kazandı. Zaten burada önemli olan iki tane şey var. Bir tanesi; kent kendine yetiyor mu? İkinci ise, gıda tedarik zincirindeki aracıların minimize edilmesi.
Burası bu aşamalara gelene kadar ne tür mağduriyetler üretti veya ne gibi mağduriyetler üretecek?
Kanal, İstanbul’u zayıf noktasından yani kırsalından vuruyor. Burada çok karmaşık bazı problemler var, bir tanesi altyapı problemi. Su havzalarında olan yerler tarım alanları, buralara altyapı taşınmasıyla ilgili problem var zaten. Aslında kanalın yarattığı mağduriyet çok daha makro düzeyde, çok etkili, uzun süreli bir mağduriyet. Yani artık ona mağduriyet diyemeyiz, yok oluş diyebiliriz belki. Mikro düzeyde yarattığı şey ise, zaten var olan kırsaldaki kırılganlıkları bir fırsata çevirip onları kullanıyor. ÇED raporunu okuduğunuz zaman onun dilinde de belli, diyor ki: “Burada tarım varmış, çok güzelmiş ama zaten yapılmaz, İstanbul’da zaten köy yok.” Yerelde yaşayanlar için mevcut mağduriyetlere ekstra bir mağduriyet eklediyse o da belki bu arsa spekülasyonlarıyla ilgili olmuştur.
Etki alanındaki tarım arazilerini konuştuk ama etki alanı ÇED’de belirlenenden daha geniş olacak gibi.
Tabii ki. Zaten bu hep böyle olmuştur. ÇED’de bahsedilen etki alanının çok ötesinde bir etki olacak. Çatalca, Silivri oralar tarımda İstanbul’un en önde gelen ilçeleri, güneyde de Büyükçekmece. Buraların çok önemli bir kısmı gitmiş olacak. Şu anda en örgütlü üreticiler Silivri, Çatalca, Beykoz, Şile’de. Yani kooperatif üyesi. İstanbul’da 35 tane tarım kalkınma kooperatifi, 6 sulama kooperatifi var. Bunlar örgütleniyorlar, çünkü tarımsal üretim görece çok fazla orada. Bunlar örgütlü oldukları için biraz daha şanslı gibi görünüyorlar ama şu anda onların başka mücadele cepheleri var.
[1] Aslan, B. ve Demir, Y. (2018). Organik Tarımla Beslenme: Türkiye ve İstanbul. beyond.istanbul. Mekanda Adalet ve Gıda, s. 56-60.