26 NİSAN 2023
Bir jeotermal enerji santralinin (JES) ilk kurulum sırasında saldığı akışkanlar nedeniyle kuruyan bahçesinde görüştüğümüz Ziya Topçu, Kuyucak Pamukören’de yaşıyor. Senelerce Hollanda’da yaşadıktan sonra memleketine dönen Topçu, babadan kalma toprağına büyük değer veriyor. Dedelerinin efe olduğunu söyleyen Topçu, şirketten korkmadığını, burayı canı pahasına korumak istediğini anlattı.
Jeotermalle ne zaman tanıştınız?
2010’da jeotermalciler geldi. Biz onlara “sıcak sucular” deriz. Babamdan kalma incirliği almak istediler. “Ya bize vereceksiniz ya istimlak ederiz, dava açarız” dediler. Belediye başkanlarını, kaymakamları gönderdiler. Çok tehdit ettiler, kavga ettik. Jeotermali kurmak için 22 arsa sahibinden mülk satın almak zorundaydılar. Değerinin beş katı paralar vererek arazileri satın aldılar. Manevi değeri olduğu için vermek istemedik. İncirliğimiz olarak kalsın istedik. Tehditler sonrasında bir bölümünü vermek zorunda kaldık.
Jeotermal açıldıktan sonra neler oldu?
Kurulum aşamasındaki “ilk su” dedikleri suyu çaylarımıza, dere yataklarına, araziye vermeye başladılar. Burada dört sene boyunca herhangi bir reenjeksiyon olmadı; reenjeksiyon kuyuları yoktu; akışkan direkt Menderes’e veriliyordu. Çıkardıkları gazı soğutup aldıkları yere geri vermek zorundalar. Gazda kükürt var, radon var, havaya veriyorlar.
Borulardan asitli su geçiyor, o borular eriyor, eridikten sonra patlıyor. Düşünün, kırk kuyunun gazı buradan havaya veriliyor. Nefes almakta zorlanıyorduk. Köyde durulmuyordu. Boruların patladığı gün, Efeler Belediye Başkanı buraya ölçüm cihazı gönderdi. Müsaade edilenin 2400 katı kükürt ölçtük burada. Kokuyu almıyorduk. Demek ki kokuyu aldığımızda oran çok daha yüksek. Herkese anlatıyoruz. Bizi yalancılıkla, muhalif olmakla, terörist olmakla suçluyorlar. Gelin, radon ölçerler çok pahalı değil, ölçelim; kim yalan söylüyor anlayalım!
Mücadele etmeye ne zaman başladınız?
Esas mücadelemiz üç-dört sene önce başladı, ama borular kurulmaya başladığında Doktor Metin Aydın geldi, anlatmaya çalıştı. Biz biraz rahat bir bölgeyiz. İncirimiz biter, portakalımız başlar; portakalımız biter zeytinimiz başlar… “Zeytinliğim gitti, portakalım var” deriz. Çok da çalışmayı sevmeyiz. İki hafta çalışırız, sonra bir dönem geçiririz. Biraz vurdumduymazlık da var. İkincisi feodal yapı çok sert; büyük toprak sahiplerinin hâlâ sözü geçer. Mesela belediye başkanımız, muhtarların hepsi büyük toprak sahipleri. Mahsul de onlara satıldığı için, insanlar konuşmamayı tercih ediyor. Burada çok mülkü olmayan, bağımsız olanlar, gerçekten muhalif olanlar biraz ses çıkarıyor.
Baskıyla karşılaştınız mı?
2010’dan beri yurtdışından buraya yatırım yapmak isteyenlere izin verilmedi. Bir arkadaşım Hollanda’dan geldi, altmış-yetmiş kişilik istihdam yaratacak bir bisiklet fabrikası açmak istedi; müsaade etmediler. Muhalif gördüklerine işyeri açma ruhsatı vermiyorlar. Biz “Spor salonu açalım, millete faydamız olsun” dedik. Müsaade etmediler. Muhalifsen buralarda çalışamazsın bile. Mesela santralde çalışan işçiler bizimle bir arada görünmek istemez. Şu anda mühendisler, saha elemanları vesaire yaklaşık yüz yirmi çalışan var. Onlar da görüyor bizim gördüğümüzü. Çocukları da o zehri soluyor.
Projelerinden haberdar mısınız?
Daha fazla santral yapmak istiyorlar, çünkü en sıcak akışkan buradan çıkıyor. Bize kendileri anlatıyor, “Ne kadar kuyu o kadar kazanç” diyorlar. Saklamıyorlar.
Şikâyet ettiğinizde neyle karşılaşıyorsunuz?
Akışkanı kışın çaya, dereye salmışlar. Dereden buhar çıkıyor, köpürüyor. Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü’ne hemen şikâyette bulunduk. Olay yerine gelmediler, tespit etmediler. Şirketi telefonla arayıp “Siz böyle bir şey mi yapıyorsunuz?” demişler. Şirket buharı kesiyor, ertesi gece tekrar salıyor. Baktım yine dereden buharlar çıkıyor. Kameraya alıp görüntüleri İl Müdürlüğü’ne bizzat verdim. “Senin kamera görüntünle bizim bir şey yapma yetkimiz yok” dediler. Mesai saatleri dışında, haftasonu onlara ulaşmanın mümkünü yok. Bakanlığı ararsan, seni İl Müdürlüğü’ne yönlendiriyor.
ÇED toplantılarında bize karşı düşmanca bir tavır sergiliyorlar. Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü’nden bir adam geldi; biz, Ziraat Odaları, Büyükşehir buradaki patlağı anlatmaya çalıştık. Adam, “Bize küfür etmeyin” dedi. Bir ÇED toplantısında köylünün biri küfür etmiş. Bizimle ne alakası var! Dilekçe yağmuruna tuttuk, şikâyet ettik. İki buçuk sene boyunca direniş çadırında nöbet tuttuk. Ne gelen oldu ne giden. Gelenler zaten bizi azarlıyor, insandan saymıyor. Jandarmaya gidiyorsun, “Bizim işimiz değil” diyor; polise gidiyorsun, “Benim bölgem değil” diyor.
Dava açtınız mı?
Dört dava açtık, birini kazandık. Kazandığınızda temyize gidiyorlar. Temyiz mahkemesi alanda keşif istedi. Isparta’dan bilirkişiler geldi. Bilirkişileri kalabalık katılımla etkilemek, onlara anlatmak lazım. Kızılcaköy’de yaklaşık beş yüz kişi katıldı, onlar kazandı. Bilirkişiler geldiğinde, biz burada dört kişiyle keşfe çıktık, üçü Kızılcaköylüydü. Şirket 65 kişiyle geldi. Arkalarında jandarmalar, polisler… Keşif zaten Kızılcaköy’le aynı gün oldu. Dört kişi karşı çıkınca biz kaybettik. Germencik de kaybetti. Kızılcaköy’de zararlı olan Pamukören ve Germencik’te zararsız mı? Anayasa Mahkemesi’ne gitmek istedik; avukatlarımız biraz fazla para isteyince vazgeçtik.
Direnişiniz sırasında neler yaşadınız?
İki buçuk yıl beraber nöbet tuttuk, şikâyet dilekçesi yazdık, jandarmadan beraber dayak yedik, cop yedik, dövüştük. Çevre dernekleriyle her zaman irtibattaydık. Dernek açmadık, ama mahkeme masraflarını beraber karşıladık, beraber direndik. Söz veren kurumlar da oldu, sözünü tutmayanlar da. Şirket çalışanları zaten bizden, her gün yüz yüze baktığımız insanlar, bir şey yapamazlar, ama ömrümüzde ilk defa robot jandarma, biber gazı gördük. Çok kalabalık geldiler. Bizi yerlerde sürüklediler. Her şeyi denedik, gerekeni yaptık. Yol da kapattık, mülk de. Arkadaşımızın mülkünden geçip kuyu açmak istediler. Yolu kapattık. Kaymakam korumalarıyla geldi, polisler, jandarma, belediye başkanı, yardımcıları, muhtar geldi; kuyu açmak isteyen adama baskı yapıldı. O da bölgeyi terk etti, yolu öyle açtık. Sonuçta, şu anda evlerin yirmi metre yakınına kuyu açılabiliyor. Tek değişiklik, şirket mahallenin içinde hunharca kuyu açmadan önce bize haber veriyor.
Belediyelerin yaklaşımı nasıldı?
Efeler Belediyesi destek oluyor, ancak biz fakir bir memleketiz. Pamukören Belediyesi, Kuyucak Belediyesi jeotermal şirketler sayesinde hizmet yapabiliyor. Bölgede borcu olmayan tek ilçe burası. Sen bağış yapmazsan belediye başkanı sana yapı ruhsatı vermez. Belediyenin mülklerinin çoğunu bu şirketler alıyor. Aydın Büyükşehir Belediyesi “Biz kesinlikle yol vermeyiz bunlara” dedi, ama verdiler. Belediyeler büyük şirketlere muhtaç. Jeotermal Derneği başkanı televizyonda açık açık, “Biz istesek ruhsatsız da çalışabiliriz, iznimizi Bakanlık’tan da alabiliriz. Fakat Germencik Belediyesi’nin borcu olduğunu, işçilerin maaşını zar zor ödediğini bildiğimiz için gittik, ruhsat başvurumuzu onlara yaptık, bağış yaptık” dedi.
Burada kaç tane şirket var?
İki şirket vardı; Mezeköy’deki Efendi Jeotermal şimdi buraya da geldi. Buradaki direnişten biraz tecrübeli olduğumuz için köylüler bizden feldspat madeni için yardım istediler. ÇED sürecini beraberce atlattık, madeni durdurduk. Arkasından Efendi Jeotermal aynı alan için geldi, onları durduramadık. Çünkü ilk satın aldıkları yer muhtarın yeriydi.
Yukarıdaki şirketin ortağı Albioma, Fransız bir şirket. Daha önce Shell’le ortaktı. Direnişimizde, protestolarımızda Shell’in adını kullandığımız için bizi doğrudan tehdit ettiler. Şirketin ismi değişti, çalışanları hiç değişmedi. Öte yandan şirketlerin arasında rekabet var. Bir şirket suyu “ana damar”dan çektiğinde diğer şirketin kapasitesi düşüyor. Birbirlerinin sınırlarında faaliyet gösteriyorlar.