25 Nisan 2023
Hatice Kocalar, Denizli’nin Tavas ilçesi Avdan Mahallesi’nin kömür madeni nedeniyle yaşadığı sorunların simge ismi oldu. Ocak 2022’de maden için yapılan acele kamulaştırmayla hayatlarının altüst olduğunu anlatan Hatice Kocalar, 51 yıldır yaşadığı köyde sekiz aydır her gün yeni bir sorunla karşılaştıklarından, sürekli karakola gidip gelmekten madden ve manen yıprandıklarından bahsediyor. Hatice Kocalar, sekiz çocuğunu büyüttüğü, her karışında emeği, anıları olan arazilerini kömür madeninden geri almak için mücadelesini sürdürüyor. 75 yaşındaki Hatice Kocalar, eşi Bekir Kocalar’la birlikte verdikleri mücadeleyi bırakmayacaklarını, topraklarını vermeyeceklerini üstüne basa basa söylüyor.
Hatice Teyze sen Avdanlısın. Bahçende ne güzel ağaçlar var. Burası nasıl bir köy? Neler yetişiyor?
Ağaç çok kızım. Tarlalarım da öyleydi. Bu köy hep ağaç dolu. Madenciler ağaç yok sayıyorlar. Geçen sene tütünlerimizi hiç kırmadık, nohutumuzu hiç yolmadık. 14-15 dönüm tarlada kaldı hepsi. Madenciler yolumuzu da kapattı, kömür de kazmaya başladı. Arazileri yıktılar, talan ettiler. Bizim neredeyse elli dönüm ağacımız vardı. Armut, ahlat her tür vardı. O ağaçları yıktılar, köklediler.
Ağaçlar canlı değil mi, toprak canlı değil mi? O ağaçlar hep titreşiyor. Her şeyi toprak veriyor. Toprak canlıdır, ağzı var dili yok. Şimdi gökdelende mi duruyorsun? Öldün mü toprağa gömüleceksin! Ben cahilim, ama toprağın canlı olduğunu biliyorum. Ektiğin her şey çıkıyor.
Neler yaşadın bu süreçte?
Bu dereleri, kaynak sularını kaybettiler bizim tarlada. Biz bunlara karşı geldikçe kepçeyle içimize girdiler. Mahkemeye verdiler. Bizi karakola döktüler. Her gün karakola gidilir mi kızım?[1] Karakola gidiyoruz. Jandarmalar da emir kulu. Yukarıdan ne emir geldiyse onu yapıyorlar. Bizi götürüyorlar oraya. İfademizi verip geliyoruz. Ben tarlama inmeyecek miyim kızım? Bunu ekmedin mi, yiyecek bir şeyin yok. Ben tarlama gitmedim mi benim rızkım kesiliyor.
Ne diyorlar peki?
“Sen inmeyeceksin oraya” diyorlar bana. Neden? “Orası devletin” diyorlar. “Ürünüm var” diyorum, “Devletin oldu” diyorlar. Ben ne yiyeceğim? [2] Karakola vardık, mühendisler de geldi, başçavuş da orada, “Madenciler gelmeden neden ürününü almadın?” dedi bana. “Sen merdiven olmadan, kapı olmadan buraya nereden gireceksin?” dedim. Bizim yolu bozdular, o yüzden giremedik. “İnmeyeceksin bundan sonra” dedi. “Samanım var, tütünüm var, nohutum var, ben giderim” dedim. Madenciler de oradaydı. “Bizim tarlayı talan ettiniz. Siz ekmek yiyor musunuz? O zaman şantiyede kömür yiyin” dedim. [3] Kömürün enerji ürettiğini söylediler. “Bizim araziyi talan edeceğinize güneş enerjisiyle çalıştırın” dedim. Güneş enerjisi az çalıştırıyormuş. “Kömürün enerjisi tükenir, güneşinki tükenmez” dedim, gülüştüler. “Ben cahilim diye gırgır geçmeyin benimle” dedim. Benim Allah’tan başka kimseden korkum yok.
Bizim su kaynakları kayboldu, ağaçlar kayboldu, su şırıltıları… Her şey tükendi. Biz karşı geldikçe “Vatan haini” dediler bana. Bayrak diktim. “Al bayrağı” dedi kepçeci. “Almam” dedim. “Vatan hainisin” dedi bana. Böyle neler geldi başımıza.
Neden bayrak diktin?
Gelmesinler diye bayrak diktim. Bayrak önünde bana “vatan hainisin” dedi. Bekir Amcan’la tarlada otururken başımızın üstünden kepçeler geçirdiler. Bizi gömeceklerdi. Sürekli karakola çağırıyorlar. Yol parası vermek için avans aldık. İki baş kişiyiz biz. Çocuğum çok, ama dağıldı gittiler. Onlar da ekmek davasında. Ben çocuğuma yük mü olayım, bu kadar mal sahibiyken? Kaç sefer gittim. Kaç sefer…
75 yaşındayım, ama içim güçlü, enerjim fazla herhalde. Ben buraya geleli 51 sene oluyor, o tarlada çalışıyorum. Sekiz aydır burnumdan geldi. Bizim oradan girdiler ya madene, bize sardılar Bekir Amcan’la. Sardıkça bizi karakola çağırıyorlar. Başkaları da bize takılıp gelmedi, güçlenmediler, direnmedi kimse. “Ne uğraşıyorsun?” diyenler oldu bu köyde. Sadece benim toprağım değil ki, ben tok yatarken seni aç yatırır mıyım? Hakkını savunacaksın. Toprağını, devletini, milletini koruyacaksın.
“Kimse direnmedi” dedin ya, sadece ikiniz mi vardınız?
Gençler geldi. 40-50 kişi oluyordu. Gündüz işlerine gidiyorlardı, ama akşamları geliyorlardı. Sabahlara kadar uyumadan motorun üstünde durdum. O çocuklar da benim yanımda durdular. Bir tek kendimiz mücadele etmedik. Gene de gündüzleri biz yalnızdık, herkes işine gücüne gittiği için.
Kaç gün durdunuz?
41 gün durduk. Çadır kurduk orada. Çocuklara da, “Yatabilirsiniz” dedik. Eşyalarımızı da oraya koyduk. Arada bir de hayvanlarımızı yoklamaya köye geldik.
Seni şikâyet de etmişler, neden?
“Neden karşı geliyorsunuz? Bu toprak devletin” diyorlar. Ben de “Devletin değil, mahkemeliğiz hâlâ” diyorum. Bizim tarlaya ilk girdiklerinde iki kamyoncu, iki mühendis, bir de koca kepçe şoförü geldiler. Kimse yoktu, yalnızdım. Ben kazdırmamak için önlerine geçtim. “Vali gelse, kaymakam gelse bu tarlaya sokmayacağım sizi, benim burada ürünüm var. Biz samanımızı alana kadar izin verin, mahkemelik burası” dedim. [4] İzin vermediler. Bana saldırdılar beş kişi. O sırada Bekir geldi, “Beni dövecek misiniz beş kişi?” dedi. Zaten kalp hastası, tıkandı. Ben onu tuttum, kriz geçirecek diye korktum. Ertesi günü yine beni karakola çağırdılar, onları dövmüşüm diye. “Uzlaşalım” dediler. “Sopayla dövdü” diyenlerle uzlaşmadım. Ben kırılırım, ama eğilmem. Kimseye eğilmem.
Madenciler gelmeden önce buralar nasıldı?
Güllük gülistanlık bir yerdi. Her yeri ekerdik, dikerdik. Bu zeytin ağaçları o zamanlardan kaldı kızım. Oralarda zeytin ağaçları vardı. Yok sayıyorlar. Kestirdiler, kazdırdılar. Kömürün üstüne koyun bakalım arpa, çıkıyor mu? Bir avuç kumun üstüne koysan çıkar ama. Bir arpa on kardeş olur, on kardeş yüz olur. O 100 arpa bir insanın karnını doyurur.
Biz evvelden madenciler geldiğinde kazdırmadık tarlamızı. 80 çuval buğday oluyordu bizim tarlada. 13-14 römork saman oluyordu. Geçen yıl dört hayvanımız için samanı başkalarından aldık. Bir yıl ekin ekebileceğimizi söylediler. Ektik, biraz yeşerince üstüne toprak döküp gömdüler. “Bu başak olsa gömmezdik” dediler. O ekinler de bebekti. Ekincikler kaçtı. Vardık jandarmaya. Onlar da bıktı bizden. “Siz geçen sene tütünlerinizi almamışsınız. Neden ekin ektiniz?” dediler. Ekmemizi söyledikleri için ektik. Öyle demeseler başımızın çaresine bakardık, bir yer kiralardık. Bir yıl ne yedireceğiz biz hayvanlarımıza?
En çok neyi özlüyorsun?
Sekiz çocuğumuza salıncak kurduğumuz bir dal vardı orta yerde. “Sallangaç” deriz biz. Sırtımda taşıdım hepsini, o sallangaçta büyüttüm onları ben. Hepsini tarladan ellerimle kazandıklarımla üniversiteye kadar okuttum. Anadan da babadan da devletten de bir destek almadım. O ağacı yıkarlarken çok ağladım. Şimdi gelin olan en küçük kızımı salladığım ip bile duruyordu dalında. “Bunu ellemeyin” dedim. 50-60 ağaç yıkıldığında o kadar ağlamadım, ama çocuklarımı o besledi, çok yüreğim yandı o ağaca. Kan ağlattılar bize. Bu ekmeğin nereden çıktığını bilen insan bunu yapmaz. Sizin gördüğünüz yerlerde makine saçıyor tohumu. Ben heybeyle, sırtıma alıp önümden saçıyorum. Emeklerim burunlarından fitil fitil gelsin.[5] Beddua etmiyorum gene de. Yazık günah değil mi? “Biraz büyüsünler en azından, biçip hayvanlara vereyim, sonra doldurun toprağı” dedim, yalvardım. Doldurup meyve dikeceklermiş. Bize vermeyeceklermiş. Atalarımızın toprağını neden vereyim ele? Toprağımı vermeyeceğim, mücadele edeceğim, isterse öldürsünler! Biz o topraktan besleniyoruz, ben değil sadece, herkes.
Şimdi durdurmuşlar?
“Durdurduk” dediler, şimdi yine kazıyorlar. Ovasında ormanları, yamacında harmanları, otluyordu hayvanları, soframızda ayranları, ben onları hayal ediyorum. Motora binip oralara bakmaya gidiyorum. Anılarım orada duruyor.[6] Bakıp geliyorum. Oraya vardım mı rahatlıyorum kızım.