ERCÜMENT GÜRÇAY
Yarımburgaz, eski adıyla Altınşehir, İstanbul’un Küçükçekmece ilçesine bağlı, Küçükçekmece Gölü’nün yanı başında konumlanan bir mahalle. Yarımburgaz Mahallesi’nde yaşayan Ercüment Gürçay; Yeşil Düşünce Derneği üyesi, Yeşiller Partisi kurucularından, Açık Radyo’da yayınlanan “Babil’den Sonra” programının sunucusu ve Yeşil Gazete yazarı. İlk olarak mahallesinde, daha sonra bir teknede gölü gezerek sohbet ettiğimiz Gürçay, bize çocukluğunun Küçükçekmece Gölü’nü ve Kanal İstanbul’un Yarımburgaz Mahallesi üzerindeki etkisini anlattı.
10 ve 24 Kasım 2020
Bize kendinizden bahseder misiniz?
1962’de burada doğdum. Küçükçekmece Gölü’nün hemen kuzeyinde, Sazlıdere sulak alanı ve Küçükçekmece sulak alanın hemen yanındaki yerleşimde. Çok zengin bir ekolojik sistemi barındıran bir yerdi. Yaklaşık 58 yıldır burada yaşıyorum. Ailem 1957’de Çemberlitaş’tan o zamanki adıyla Altınşehir Köyü’ne gelmiş, şimdi mahalle statüsünde Yarımburgaz Mahallesi’ne bağlandı. O zamanlar üç-dört evin olduğu çok küçük bir yerleşim yeriymiş.
Altınşehir Köyü 1955’te yerleşime açıldı. 1970’lere kadar buradaki doku bozulmadı. Çocukluğumda bütün bu gölü çevreleyen vadi, tepeler, sapsarı katırtırnaklarıyla doluydu. Sanıyorum Altınşehir adı da oradan geliyor.
Çocukluğunuzun Küçükçekmece Gölü’nden bahseder misiniz? Hatırladıklarınızla bugün arasında nasıl farklılıklar var?
Çocukluğumda Küçükçekmece Gölü benim için okyanus gibiydi.[1] 1970’e kadar Büyük Deniz’i görmedim. Yüzmeyi gölde öğrendik. Göl tertemizdi. Dibini görürdünüz. Şimdi mümkün değil. Yedi yaşından itibaren burayı doya doya yaşadım. Çocukluğum büyük bir özgürlük içinde geçti.
Doğduğum yıl Nükleer Araştırma Merkezi Yarımburgaz’da kurulunca göl kirlenmeye başladı. 1980’den sonra göl çevresinde TEM Otoyolu, Bahçeşehir bloklarıyla yapılaşma başladı. 90’lı yıllara kadar Halkalı çöplüğü yaklaşık 1 milyon metrekare alanı kaplayan bir çöplüktü. Gölü ve çevreyi kirletti. 91’de Sazlıdere Barajı’nın yapımına başlandı. 1996’da baraj su tutmaya başlayınca Sazılıdere’nin debisi düştü. Dipteki çamur tabakası yükseldi. Gölü besleyen dört dere vardı. Üçü zaten kurumuştu. Çevredeki evlerin ve sanayi kuruluşlarının atıkları yıllarca göle verildi. Bu bölgede yüz kırk çeşit canlı yaşıyordu 1970’li yıllara kadar. Artık çok az canlı yaşıyor. Eskiden tatlı su gölü olan Küçükçekmece Gölü şimdi acı bir göl. Sazlıdere sulak alanı ve Küçükçekmece Gölü zaten ölü. Kanal İstanbul son darbeyi vuracak.[2]
TEKNEDE ERCÜ _DSF5086.jpg
Hatırladığınız kadarıyla Küçükçekmece Gölü vaktiyle hangi canlılara ev sahipliği yaptı? Neler hatırlıyorsunuz bölgeye dair?
Binbir canlı yaşardı burada. Çocukluğumda yaşadığımla bugün yaşadığım topraklar aynı değil. Kaya kartalı diye bir tür vardı, yükseklerde uçardı. Yarımburgaz Mağaraları’ndaki kayalıklarda yuvaları vardı. Binbir börtü böcekle birlikte büyüdüm. Şimdi sadece karıncalar var.
Buranın karakteristik balığı turna balığı idi. Boyum kadar balık tutulurdu. Kızılkanat vardı. Çok lezzetli bir balık değildi. Turna balığının tadı inanılmazdı. Bu köyün çocukları, son on-on beş yıldır, turna balığını görmeden büyüdü. Sazlıdere sulak alanı insanıyla, bütün dokusuyla canlı bir yerdi.
Kaşık oltasıyla balığa çıkardı burada köylüler. Altınşehir Köyü’nün hemen altında, gölün kenarında Site diye, balıkçıların yaşadığı bir yer vardı. Aynı zamanda sayfiye yeriydi. İstanbul’dan insanlar gelirdi. İlk diskoteği orada gördüm. Gençler yaz gelince gölün kenarına hasırdan dans edip müzik dinleyecekleri bir yer kurarlardı. Sesi bizim eve kadar gelirdi.
Babam marangozdu. Bir yaz bir kayık yaptık. Sazdan bir kulübe yaptık dere kenarına. Dört-beş yaz kayıkla köşe bucak dolaştık Küçükçekmece Gölü’nü. Menekşe’de Haylayf Plajı vardı. Aileler yazı orada geçirirdi. 1980’lerin sonuna doğru biz de arkadaş grubuyla kayıkla gölden gittik.
Aslında Küçükçekmece Gölü, Marmara Denizi’nin koylarından biriymiş. Bu bölge 400.000 yıl önce, Afrika’dan yola çıkan atalarımızın Avrupa’ya geçiş yolu üzerinde bir bölge. Yarımburgaz Mağaraları yerleşim yeri olarak kullanılmış, Avrupa’daki en eski yerleşim yeri. Gölün hemen doğusunda Bathonea Antik Liman Kenti var. Kırk gemi aynı anda yanaşabiliyormuş. Hatta çocukluğumdan hatırladığım bir söylenti var. Gölde bir cami kalıntısı varmış. Halbuki deniz fenerinin kalıntısıymış. Dünyadaki üç-dört önemli deniz fenerinden biriymiş.
Terkos’a kadar olan bölge binlerce yıldır tarım yapılan bir bölge. Kanal İstanbul aslında buradaki bütün tarihi dokuyu, bizim çocukluk anılarımızı, her şeyi bitirecek. Kanal olmasa bile bir imar projesi gündemde. Öyle ya da böyle bu bölge geri dönülmez bir yara alacak.[3] Buradaki toplumsal doku zaten çözüldü. Mahalle kültürünün hâlâ yaşadığı, dayanışmanın olduğu bir tek bizim mahalle kaldı. Ekili alanlar önce Halkalı çöplüğüne çevrildi, sonra çöplük kapatıldı. Gölün dört bir tarafında bugün lüks konutlar yükseliyor. Diyorum ki, antik kentin adı Bathonea, bu imar dönüşümünden sonra herhalde bu mahallenin adı Betonya olur.[4]
1960’larda, 70’lerde burada yaşamak nasıldı?
Burası sonuçta İstanbul’un hemen yanı başında bir yer, ama İstanbul’a inmek diye bir kavram vardı. Beyoğlu’nu ilk kez 1973’te gördüm. Burada son derece mutlu yaşıyordum. Kent yaşamı bana inanılmaz boğucu, cezaevi gibi geliyor. Bir dönem ben de yaşadım tabii İstanbul denen cangılı. Ben çocukken yalınayak toprakta koşup oynardık. Burada çocukluğumdaki özgürlüğü hâlâ hissediyorum. Her şeye rağmen. Çevremiz sarılıyor, beton adaları yükseliyor köyün ve gölün çevresinde. Bir tek bizim mahalle kaldı şu anda hâlâ bahçeli evleri olan.
1970’lerin ortalarına kadar ulaşımın hâlâ olmadığı bir yerdi burası. Yarımburgaz Mağaraları’nın karşısında taş ocağı vardı. Uzun yıllar orası dinamitlerle patlatılarak kireç taşı elde edildi. Taş kamyonlarıyla taşınırdı. Biz o kamyonlarla okula giderdik. Yoksa yürüyerek. Banliyö trenleri Halkalı’ya kadar çalışıyordu. Çoğu zaman Halkalı’da inerdik. Bizim Şaşkın Bakkal’ın, ismini hatırlamıyorum, çalıştırdığı tek bir minibüs vardı. Ondan önce de triportör. Üç tekerlekli araba dört yolcu alınca yola çıkardı. Bazen dört yolcuyu tamamlamak için bir-iki tren beklemek gerekirdi. İstanbul’a yakın, ama duygu olarak çok farklı bir yerdi.
Şimdi başımızda bir de imar planı var. Kalan son mahalle de Kanal İstanbul’la veya imar planıyla yok olup gidecek.
Mahalleniz için ne öngörülüyor imar planında?
Mahalleler Birliği diye bir birlik var. Biz de o hareketin bir parçasıyız. Kentsel dönüşüme karşı kurulmuş İç-Dış Kumsalı Koruma Derneği ve Yarımburgaz Derneği var. Bizim mahalle derneğimiz imar dönüşümüne karşı altı yıl önce kurulmuştu. Belediyeye gidip planlara baktılar. TOKİ elimizden bu arsaları, evleri çok düşük bedellerle alacak. Toplu dönüşüm yapılacak, aldığımız bedeller verilecek evlerin peşinatı olarak kabul edilecek deniyor. 20 yıl vadeli ödeyeceğiz. Biz tek tek dönüşüm yapamıyoruz. Çünkü cazip değil müteahhitler için verilen değer. TOKİ eliyle yapacak Şehircilik Bakanlığı. Fakat bu projenin tamamına yatırım yapan çok büyük inşaat firmalarının olduğunu duyuyoruz. Şehircilik Bakanlığı’nın denetiminde gerçekleşecek dönüşüm. Yerel belediye, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bir şey yapamıyor. Net bir bilgi yok.
Burası aslında rezerv alanı ilan edilmişti. Yani kimsenin yaşamadığı bir bölge. Oysa burada 60 yıldır insanlar yaşıyor. Bir dava açtı Yarımburgaz Derneği ve o davayı kazandık. Rezerv alanından çıktı bu bölge. Villa bölgesi, lüks konutlar yapılacak.
2011’de Sayın Erdoğan açıklamıştı mega projesini, çılgın projesini. 2012’den sonra Yarımburgaz Mahallesi’nde imar durumları değişti. Biz bir çivi bile çıkamaz hâle geldik. Şu anda imar var ama, %90 imar yapılabiliyor. Bu yüzden müteahhitler yanaşmıyor. Ada bazlı dönüşüm planlanıyor. Aynı adadaki diğer arsa sahipleriyle birleşip anca bir şey yaptırabiliriz. Belirsizlik de insanları rahatsız ediyor. Kanal İstanbul gelir gelmez, ama imar mağduru olacağımız duygusu rahatsız edici. Yani burada mı kalacağız, gidecek miyiz? Borçlandırılacak mıyız? Bize verilecek evlere bir de borç mu ödeyeceğiz? Burada yaşayanlar dar gelirli insanlar, emekliler, işçiler… düşük gelirle çalışan, hayatta tutunmaya çalışan insanlar.
2011’de çılgın proje açıklandıktan sonra emlak piyasasında neler oldu?
Emlak piyasası hareketlendi. Birçok emlakçı açıldı köyde. Çeşitli mesleklerden tanıdığımız insanlar emlakçı oldu. 2011’de çılgın projenin hemen ertesinde rezerv alan kararı çıktı. Herkesin beklentisi Kanal geçecek, arsamızın değeri artacak. Kanal olmasa da imar değişim dönüşüm riski var. Çünkü büyük sermaye grupları arsalar aldılar. Bizim mahalleden değil, ama Kanal güzergâhı boyunca köylülerin arsaları el değiştirdi. Yeni kent dedikleri proje olacak bir biçimde. Kanal olur mu olmaz mı, onu bilemiyorum. Villa bölgesi, lüks konutlar yapılacak. Ne olacağına dair net bir bilgi bekliyor insanlar.
Kanal İstanbul Projesi ya da imar planı sizleri, mahallenizi nasıl etkileyecek?
Kanal İstanbul Projesi Menekşe Plajı’ndan başlayarak Karadeniz kıyısına kadar yaklaşık 45 kilometrelik bir alanı kapsıyor. Birçok ilçe etkilenecek, ama en çok Küçükçekmece, Avcılar Başakşehir ve Arnavutköy etkilenecek. Kanal İstanbul’un yapılabileceğini düşünmüyorum. Hem ekonomik açıdan, hem uluslararası hukuk, hem ekolojik açıdan. Kanal yapılmasa bile bölge imara açılacak. Yaklaşık bir milyon insan etkilenecek bu projeden. Kanal İstanbul’un geçeceği bölgede 37 mahalle var.
Bizim mahallede 1500 konut var. Hepimiz yerinde dönüşümden yanayız. Dönüşüm olsun, binalar yenilesin, ama biz buradan uzaklaşmayalım. Çocukluğumda geceleri kurbağa sesinden uyuyamazdık. Önce kurbağaların sesi kesildi. O ses kesilirken bir şey yapmadık. Şimdi sıra bize geldi.[5] Biz gideceğiz buradan.
Mahallelinin, sizlerin beklentileri nedir?
Çoğu insan yerinde dönüşüm istiyor. Çünkü evlerimiz 60 yıllık. Evler eski. Deprem riski var. Burada 60 yıllık birikmiş anılarımız var. Burada emeğimiz var. Bunlar yok olsun istemiyoruz. Bütün yeryüzü benim evim, ama burası ayak bastığım yer. Bizler yine burada yaşamaya devam edelim. Terkos Gölü, Sazlıdere sulak alanı ıslah edilsin.
Bilim insanları iklim değişikliği nedeniyle 150 milyon insanın daha mülteci olacağını söylüyor. İnsanın doğduğu yerde yaşaması en büyük haktır diye düşünüyorum. En temel insan haklarından biri, insanın doğduğu, istediği yerde yaşama hakkıdır. Biz de göçmen olacağız bir anlamda. Buraya birileri gelecek, biz biraz daha kentin çeperine gönderileceğiz. Bunu istemiyoruz.